/EMEĞİN HAKLARI, EMEĞİN TÜRKİYESİ İÇİN YANYANA OMUZ OMUZA! – Arzu ÇERKEZOĞLU

EMEĞİN HAKLARI, EMEĞİN TÜRKİYESİ İÇİN YANYANA OMUZ OMUZA! – Arzu ÇERKEZOĞLU

Arzu ÇERKEZOĞLU
DİSK Genel Başkanı

Türkiye tarihinin en ağır geçim krizlerinden biriyle karşı karşıyayız. Milyonlarca işçi, emekçi, emekli, yani bu ülke nüfusunun çalışan, üreten çoğunluğu durmak bilmeyen zamların ve ağır vergilerin yükü altında ayakta kalmaya çalışıyor. Yüksek enflasyon koşullarında reel gelir kayıplarının telafi edilmemesi ve adaletsiz vergi düzeni ile işçi sınıfından sermayeye, yoksuldan zengine büyük bir gelir transferi gerçekleştiriliyor. Yani yaşadığımız geçim krizinin en önemli sebebi bölüşümdeki eşitsizlikteki devasa artış. Yani Türkiye yoksullaştığı için Türkiye işçi sınıfı yoksullaşmıyor; bu yoksullaşma süreci Türkiye’de küçük bir kesim karına kar, servetine servet kattığı için yaşanıyor.

AKP iktidara ilk geldiğinde 2002’de ücretliler toplam istihdamın yarısını oluştururken GSYH içinde işgücü ödemelerinin payı yüzde 28 idi. 2022’de ücretli ve maaşlıların oranı yüzde 70,5’i aştı, yani işçilerin sayısı olağanüstü biçimde arttı. Türkiye toplumu büyük oranda işçileşirken işgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı artmadı; sabit de kalmadı: Ücretlilerin oranı yüzde 50’den yüzde 70’in üstüne çıkarken işgücü ödemelerinin payı geriledi. Kısacası devasa bir işçileşme dalgasına, şiddetli bir ücretlerin baskılanması politikası eşlik etti. Yani AKP hükümetleri, emeğin kitleselleşirken değersizleştirildiği politikaların mimarı oldu.

Tarım politikalarından özelleştirmeye kadar Türkiye nüfusunun nasıl işçileştirildiğinin hikayesini burada uzun uzun anlatmak çok da mümkün değil. Ancak büyük oranda işçileşen Türkiye toplumunun asgari ücrete, asgari emekli maaşına, kısacası asgari bir yaşama nasıl mahkum edildiğini, hepimizin “asgari”de nasıl eşitlendiğini birlikte hatırlamak, Türkiye’yi timsah kapitalizminin model ülkesi haline getiren bu politikaların karşısında çözüm üretmek ve mücadelemizi örgütlemek açısından oldukça önemli.

Türkiye işçi sınıfının asgari ücrete, Türkiye halkının asgari yaşama mahkûm edilmesini sağlayan en önemli “fırsat”, örgütsüzlüğümüzdür. ILO normlarının çok gerisinde sendikal haklarla, mevzuatta ve fiiliyatta her şeyin ama her şeyin sendikalaşmanın engellenme üzerine kurulu çalışma yaşamıyla Türkiye Dünya’da işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasındaki yerini yıllardır kimselere bırakmamaktadır. Türkiye, sendikalaşma açısından OECD ülkeleri arasında son sıralardaki yerini korumaktadır.

Sendikal haklar önündeki engeller, toplu pazarlık kapsamının daraltılması asgari yaşamaya mahkumiyetin en güçlü dayanağıdır. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 10,6 ve asgari ücret kapsamı yüzde 50 civarındayken AB’de ortalama TİS kapsamı yüzde 60, asgari ücret kapsamı yüzde 4’tür.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden beri süregelen ve “devlet politikası” olarak değerlendirilebilecek bu politikalar, AKP döneminde grev yasaklamakla övünülen bir noktaya taşındı. İşçilerin ekmekleri ve gelecekleri hakkında söz ve karar sahibi olmasını bir “milli güvenlik sorunu” olarak gören bu politikaların sonucu olarak işçilerin giderek daha büyük bir bölümü (son verilerle yarısından fazlası) asgari ücret ve civarında ücretlere mahkum edildi.

Asgariye mahkumiyet ile beraber asgari ücretin ve tüm ücretlerin reel olarak geriletilmesi politikası da işletildi. Temsildeki adaletsizliğiyle, işverenlerle devletin tek taraflı olarak karar alabilmesiyle ve grev hakkı içermemesiyle zaten demokratik olmayan asgari ücret tespit süreci, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle beraber daha antidemokratik bir hal aldı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu işlevsizleştirildi ve asgari ücret tespiti tek bir kişinin inisiyatifine bırakıldı.

Sonuç olarak asgari ücret ve buna bağlı olarak tüm ücretler reel olarak geriletildi. Asgari ücretin reel kaybını göstermek için altın fiyatlarına baktığımızda 2005’te yıllık asgari ücret ile 31,5 Cumhuriyet altını alınabilirken günümüzde ortalama 12,6 Cumhuriyet altını alınabilmektedir. 1970’lerde kişi başına GSYH’nin yüzde 80,6’sı düzeyinde olan asgari ücret, 2023’te kişi başına GSYH’nin yüzde 50,7’sine gerilemiştir. Ve nihayetinde Nisan 2024 itibarıyla asgari ücret, bir ailenin sadece gıda harcamasını kapsayan açlık sınırının altında kalmıştır.

Türkiye işçi sınıfı asgari ücret civarında ücretlere mahkum edilirken, on milyonlarca insanımızın gelir açlık sınırının altına inerken vergi yükü de işçilerin, emekçilerin, emeklilerin sırtına yüklenmiş durumdadır. Büyük sermaye sahiplerinin, büyük şirketlerin, holdinglerin vergi diye bir gider kaleminin kalmadığı her gün ortaya çıkarken; bir gecede vergiler sıfırlanırken, bir sabah yeni vergi imtiyazları gelirken açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan biz işçiler, emekçiler için ise vergi en önemli gider kalemlerinden biri olmaktadır. Vergi gelirlerinin en büyük kısmı yüzde 75’le dolaylı vergilerden oluşmakta ve en zenginlerle en yoksullar çarşıda, pazarda, markette bu vergileri eşit oranda ödemektedir. Bu da yetmemekte, ülkeyi yönetenler vergi dilimlerini bile isteye artırmamakta ve biz işçileri yıl içerisinde zenginleşmişiz gibi üst vergi dilimine sokmaktadır. Yani gelirdeki adaletsizlik vergideki adaletsizlikle perçinlenmektedir.

Bölüşüm ilişkilerinin olağanüstü bozulduğu bir dönemde; yoksuldan alıp zengine, işçiden alıp sermayeye veren bir düzen hüküm sürerken; ve bu düzen hakkımızı, hukukumuzu ve hatta Anayasa’yı bile tanımayan olağanüstü baskıcı bir rejim tarafından güvence altına alınırken, tüm demokratik hak arama yollarının önünün tıkanmışken mücadele etmek hepimiz için bir zorunluluk.

DİSK olarak iki yılı aşkın bir süredir “Gelirde Adalet Vergide Adalet” başlığıyla bir mücadele yürütüyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında işyerlerinde, meydanlarda sesimizi yükselttik, yükseltmeye de devam edeceğiz. Bu çabalarımızın meyvesini de alıyoruz ve işçi sınıfı yüzünü DİSK’e dönüyor, DİSK üyesi oluyor. Temmuz ayındaki istatistiklerde de açığa çıktığı üzere üye sayılarımızda ciddi bir artış söz konusu ve sendikalarımız önümüze konulan antidemokratik barajları birer birer yıkıp geçiyor.

Tabii ki bu çabalarımızın bir anlamı var ancak sendikalaşma oranı hala olağanüstü düşük. Bu koşullar altında bir yandan örgütlenme çabalarımızı hızlandırmalı öte yandan da kendi üyelerimizin çok değerli hak mücadelelerini kapsayan ancak onu aşan bir mücadele çizgisini hızla inşa etmek zorundayız.

DİSK’in 17’nci Genel Kurulu’nda bu ihtiyacı şu ifadelerle dile getirmiştirk: “artık bildiğimiz yolların, ezbere gittiğimiz yolların, bildiğimiz mücadele araç ve yöntemlerinin yetersiz kaldığını kabul ederek, yeni bir yol açmamız gerekiyor. Önümüzdeki mücadele döneminde yeni bir yol ve hatta yeni yollar açmak mecburiyetiyle karşı karşıyayız. Bugün bu memlekette yaşadığımız sorunların, krizlerin ve çatışmaların ilerici bir çözümünü aramak zorundayız

Evet karşımızdaki güçler kendi sınıflarının siyasetini hakkıyla yapıyor. Bizlere yıllarca özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın, güvencesiz çalışma biçimlerinin tüm toplum için ne kadar iyi bir şey olduğunu anlattılar. Bugün Orta Vadeli Program’da bile güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştırılacağını övüne övüne anlatıyorlar. Kıdem tazminatımıza el uzatmanın bile işçi sınıfı için iyi bir şey olduğunu savundular. Evet karşımızdaki güçler kendi sınıflarının siyasetini yapıyor. Önce milyonları muhtaç hale getirip, sonra onları kırıntılarla kendine bağlıyor. Kimlikleri, inançları, kökenleri nedeniyle işçileri işçiler düşmanlaştırıp, işçi sınıfının birliğini önlüyor. Mavi yakalının rakibi beyaz yakalı, beyaz yakalıyı yoksullaştıran mavi yakalı imiş gibi bir algı yaratıyor. Bizi bölüyor, parçalıyor, yönetiyor.

İşte buna bir yanıt üretmemiz lazım. Emek siyasetini geliştirmemiz ve bu egemen siyasi düzlemin karşısına çıkarmamız lazım. İşçi sınıfı özellikle neoliberal politikalarla ve 1980 askeri darbesiyle zorla uzaklaştırıldığı siyasete müdahale etmeli. Bunu başarmamız lazım.

Düzen işçileri bir sınıf olmaktan çıkartarak kolektif bir özne olarak söz ve karar süreçlerinde olmalarını engelliyor. İşçi sınıfı her biri teker teker emek gücünü satan bireylerin toplamı değildir. İşçi sınıfı hayata, siyasete, kendisinin ve ülkesinin kaderini belirleyecek öznedir. Görevimiz işçi sınıfını yeniden toplumsal, siyasal, ideolojik bir belirleyici olarak yeniden örgütlemektir. Memleketimizin kaynaklarının nasıl kullanılacağına, neyi üreteceğimize, nasıl üreteceğimize, nasıl bölüşeceğimize karar vereceğimiz, insanca yaşayacağımız bir düzen için işçi sınıfı, siyasetin temel belirleyeni olmalı.

Emek siyaseti birlerinin işçi sınıfı adına konuştuğunu söylemesi değildir. Ya da siyaset yaparken işçi sınıfından bahsetmek değildir. Bizatihi işçi sınıfının kendi talepleriyle, kendi mücadele gündemleriyle ve kendi örgütleriyle siyaseti belirlemesi, toplumun geleceğini şekillendirecek kolektif bir özne olmasıdır.

Özeleştirel olarak konuşmak gerekir ki; bugün bu durumun epey uzağındayız. Evet nüfusun en büyük kesimi işçiler değil sadece, genel olarak Türkiye toplumu derin bir örgütsüzlük bunalımı içindedir. DİSK bu tabloyu değiştirebilecek tarihsel birikime ve potansiyele sahiptir. Evet, bunu başarmak için sendikalarımız büyümeli. Tek tek sendikalarımızı büyütmek elbette önemlidir, kıymetlidir ama yeterli değildir. Büyük oranda işçileşmiş ve büyük oranda örgütsüz bir toplumda DİSK’i “toplumsal çekim merkezi”, “toplumsal hareket noktası” olarak örgütlemek gibi bir temel görevimiz daha olmalıdır. Son dönemde emeklilik meselesinden vergide adalete kadar çeşitli gündemlerde, attığımız en ufak bir adımda bunun bir karşılığı olabileceğini gördük. O halde şimdi bu çabalarımızı daha bilinçli, örgütlü ve planlı bir biçimde atmalıyız.

Emek siyasetinin gündemleri de üç aşağı beş yukarı bellidir. Ücretlerin politik bir tercih sonucu aşağıya doğru baskılandığı, ülkeyi yönetenlerin ekonomi politikasının en değişmez unsuru olduğu bir süreçte ücret kavgası sınıf siyasetinin en asli gündemlerinden biridir. Ücret meselesi sadece işçi ve işveren arasında bir bölüşüm meselesi değil, Türkiye’ye uluslararası düzende biçilen ucuz emek cenneti rolüne karşı politik bir kavgadır. Ücret meselesi, emeğimizi değersizleştirerek uluslararası piyasalarda haraç mezat pazarlamaya kalkanlara karşı bir memleket meselesidir.

Vergide adalet mücadelesi de emek siyasetinin en temel gündemlerinden biri olmaya devam edecektir. İşçinin, emekçinin, emeklinin, yoksulun sırtındaki vergi yükünü hafifleterek, çok kazananın çok vergi vereceği, şirketlerin, bankaların, holdinglerin daha fazla vergilendirileceği bir vergi düzeni için mücadelemiz, politik ve ahlaki bir mücadele olarak toplumda geniş kabul görmektedir.

Örgütlenme hakkı, grev hakkı başta olmak üzere sendikal hak ve özgürlükler için verilen her mücadele doğrudan politik bir mücadeledir. Türkiye’yi sermaye için sınırsız bir sömürü cenneti haline getirmeye çalışan politikalara karşı demokratik ve yurtsever bir itirazdır.

İşçi sınıfının geçmişten bugüne kazandığı hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi demokratik rejimlerle mümkündür. İşçi sınıfının hak ve özgürlüklerinin korunması ve yenilerinin edinilmesi için demokrasi ve adalet şarttır. Demokrasi ve adalet mücadelesi emek siyasetinin asli gündemidir.

Ve en önemli meselemiz: İşçilerin birliği, halkların kardeşliği… Böl-parçala-daha fazla sömür diye özetlenebilecek egemen politikalara karşı işçi sınıfının birliğini sağlamanın yolu, kardeşliği, barışı, laikliği ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin savunmaktan geçer. İşçi sınıfının herhangi bir bölümünün, kökeni, kimliği, cinsiyeti nedeniyle daha kötü koşullarda çalıştırılması işçi sınıfının tamamının haklarını tehdit etmektedir. Bu nedenle kaderimizin bizi sömürenlerle değil aynı işyerlerinde bir arada çalıştığımız tüm sınıf kardeşlerimizle bir olduğunu tüm işçi sınıfına anlatmak temel görevimizdir.

Evet nüfusun artık çok büyük bir bölümünü oluşturan işçi sınıfının bu ülkenin kaderini eline alma vakti çoktan geldi.

Bu ülkenin işçi sınıfının sözüne, mücadelesine ihtiyacı var. Ve bunu yerine getirebilecek en önemli özne ise, tarihsel birikimi, o birikimden süzülen bilinci ve anlamlı bir başlangıç noktası olabilecek güncel örgütlenme düzeyi ile elbette DİSK’tir. Türkiye’nin dört bir yanında ve tüm iş kollarındaki örgütlenmemizi sadece işçileri DİSK’e çağırarak değil, işçi sınıfının güncel yaşam mücadelesini bu adaletsiz düzene karşı topyekun bir mücadeleye dönüştürerek büyütmek zorundayız.

Bizler bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle “Gelirde Adalet Vergide Adalet” mücadelemizin yeni bir dönemi için yola çıkıyoruz. “Şimdi tek başına yaşam savaşı vermenin değil, hep birlikte adalet mücadelesini büyütmenin zamanı” diyerek Türkiye’nin dört bir yanında üyemiz olsun olmasın tüm işçiler, emekçiler, emeklileri, gençleri, kadınları meydanlarda buluşmaya çağırıyoruz.

Kent kent ülkemizin meydanlarını dolaşak “Gelirde Adalet Vergide Adalet” otobüsünün her “Adalet Durağında” sesimize yeni sesler ekleyerek mücadeleyi büyütmeyi hedefliyoruz. İşçilerin, emekçilerin, emeklilerin, halkın öfkesini ve taleplerinin yükseleceği her “Adalet Durağı”nda hak ettiğimiz insanca yaşamı kazanmaya bir adım daha yaklaşacağımızı biliyoruz.

Bu büyük yoksullaşmanın, bu büyük adaletsizliğin sorumlularından hesap sormak için artık omuz omuza meydana çıkma vakti. Türkiye’nin dört bir yanındaki Adalet Duraklarında birbirimize söz vere vere ilerleyecek, Ankara’daki büyük buluşmamıza hazırlanacağız. Ve bu ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üretenlerle berber, ülkenin dört bir yanında örgütlü olmanın, örgütlü mücadelenin önemini konuşacak, tüm sorunlarımızın çözümü için kurucu Genel Başkanımız Kemal Türkler’in şu sözlerinin rehberliğinde mücadeleyi büyüteceğiz:

Biz işçiyiz, dünyada her şeyi yapan işçiler amma işçiler durduğu zaman; dünya durur arkadaşlar, uçak durur, gemi durur, fabrikalar durur, bütün vasıtalar durur. Çünkü biz işçiler buna hâkim olduğumuz müddetçe her şeyde o zaman kendiliğinden halledilmiş olur.”