/KAPİTALİZMDE DEPREM YIKIMI ÖRNEĞİ: HATAY – Müslüm Kabadayı

KAPİTALİZMDE DEPREM YIKIMI ÖRNEĞİ: HATAY – Müslüm Kabadayı

 

  1. Karaburun Bilim Kongresi’nin ana temasının “Kapitalizm ve Yıkım” olarak belirlenmesi, kapitalizmin “kâr-ranta dayalı büyüme” diye betimlenen yapısal özelliğinin bir sonucu olarak doğanın talanı yanında savaşlar-çatışmalar-göçler nedeniyle daha tehlikeli boyutlar kazanan doğal ve toplumsal yıkımlarına, 6-20 Şubat 2023’te Türkiye’de gerçekleşen deprem, güncel bir anlam kattı. Kongre tarafından bu ana temanın işlenmesine, deprem yıkımının ortaya çıkardığı sorunların büyüklüğü nedeniyle Hatay’da kapitalist politikaların yıkımsal özelliklerini somutlayan bu makalemizle katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.

            GİRİŞ

            Kapitalizmin emekleme dönemini yaşadığı Avrupa’da, özellikle İngiltere’de sermayenin ilkel (primitiv) birikiminin yüzlerce yılda gerçekleştiği biliniyor. Türkiye kapitalizminin emperyalist aşamaya geçen Avrupa kapitalizmine bağımlı olarak geliştiği, özellikle Cumhuriyet’in ilk dönemindeki Sovyetler Birliği’nin desteğiyle sağlanan sanayileşmenin devletçi kapitalizmle (etaizm) hızlandığı görülüyor. ABD emperyalizmiyle kurulan bağımlılık ilişkisiyle tarımda kapitalist işletmelerin yoğunlaştığı 1950 sonrası dönemde de sermaye birikiminin “ithal ikameci” kurallara bağlı sağlandığını söyleyebiliriz. Özellikle 12 Eylül faşizmiyle uygulamaya konulan “dışa açılan kapitalizm” ya da “ihracata dayalı ekonomi” politikasıyla ihracat için yoğun emek sömürüsü yanında KİT’lerin özelleştirilerek yeni holdinglerin palazlanması sağlandı. Türkiye kapitalizminin sermaye birikim rejimleri bakımından özetlediğimiz bu üç aşamasını, 2001 krizini de aşmak üzere dördüncü aşamanın izlediğini görüyoruz. Peki, AKP’yle Türkiye kapitalizmi hangi yola girdi? Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda 6 ve 20 Şubat’ta 11 ilde, özellikle de Hatay’da gerçekleşen büyük deprem yıkımının önemli bir karakteristiğini de açıklamamıza vesile oluyor.

            TÜRKİYE KAPİTALİZMİNİN YAĞMACI YÖNELİMLERİ

            Türkiye tekellerinin, emperyalist devletlerin (özellikle ABD) taleplerini karşılamak üzere alınan 24 Ocak Kararlarının 12 Eylül faşizminde uygulayıcısı olan Özal döneminde beyaz eşyaya dayalı sanayi ihracatını, tekstil ve inşaat sektöründeki “dışa açılım” izlemişti. Yapısal olarak sürekli kriz yaşayan kapitalizm, Türkiye’de 2001 krizinden çıkmanın yolu olarak enerji piyasasını tekellerin lehine düzenleyen bir uygulamayı başlattı. Madenleri, ormanları, suyu ve rüzgarı “büyük yağma”yla mega projelerinin kaynağı olarak kullanıp sermaye birikimi sağlamayı amaçladı. Bu dördüncü sermaye birikim rejimine, kimilerince “kazıp çıkarma, hafriyatçılık” anlamına gelen  “ekstraktivizm” diyor. Bunu “BYY”, diğer deyişle “büyük yağma ve yıkım” olarak adlandırmak daha uygun diye düşünüyorum. “BYY”nin hayata geçirilmesi için de işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi ve sınıf mücadelesinden uzaklaştırılması, dolayısıyla toplumsal rızanın da dinle sağlanması gerekiyordu. AKP’nin 21 yıldır süren iktidarı, emperyalist ülkelerin, çok uluslu(ülkeli) şirketlerin ve Türkiye burjuvazinin ortaklaştığı bir rejim olarak ayakta tutulduğunu, bu dönemde tarikat ve cemaatlerin ekonomik olarak da palazlandırılmasının, CHP’nin laikliği savunmamasının, eğitimin dinselleştirilmesinin ve ticarileştirilmesinin temel nedeninin bu sermaye birikim rejimi olduğu bilinmektedir.

            2002 sonlarından bu yana Türkiye sermayesi maden, orman, enerji alanlarında büyük yağma düzenine geçmiştir. Bunun en açık örneğini aşağıdaki üç tablo ortaya koymaktadır.  I. tabloda 2016’dan itibaren maden firmalarının büyüklüğünün hızla artmasıyla II. tablodaki 2015’ten itibaren maden cevheri sektörünün kârlılık oranın giderek yükselmesi arasında doğrudan bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Aynı biçimde III. tabloda 2003’ten itibaren orman ürünlerinde odun miktarı ivmelenerek artmıştır.  Özellikle endüstriyel odun miktarının hızla yükseldiği görülmektedir. Aynı biçimde enerji sektöründeki madene dayalı üretimin de giderek arttığı gözlenmektedir. Bu sektörlerde palazlandığı ve Türkiye sermayesinin en baskıcı-sömürücü-yağmacı eğilimlerini temsil eden Cengiz Holding, Limak vd. tekellerin niye ülkenin birçok bölgesindeki ormanları kestiğini, madenleri termik santraller için yağmaladığını bu tablolardan yola çıkarak değerlendirmek mümkündür. Zaten IV. tablo, 2003’te gıda sektörüyle tekstil sektörünün başını çektiği birikim alanlarının 2021’de ana metale öncülüğü kaptırdığını açıkça ortaya koymaktadır. Kısacası, “İstanbul-Anadolu sermayesi”, “TÜSİAD-MÜSİAD”, “eski-yeni” gibi ikiliklerle açıklanmaya çalışılan sermaye gruplarının, aslında bir bütün olarak AKP dönemindeki yağmacı (ilkel primitiv) sermaye birikiminden hep birlikte yararlandıklarını, onun için bu politikanın değişmesini istemediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu yağma düzenine karşı topraklarını, ormanlarını, zeytin bahçelerini kaybeden kır emekçilerinin niçin tarikatlarla kuşatıldığını anlamak da kolaylaşmaktadır. Sömürünün katmerleştiği, talanın doğayı tahrip ettiği, halkın yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmek istendiği bir yağmacı birikim düzenine işçilerin, emekçilerin, yoksulların örgütlenerek karşı çıkmamaları için yaşamın her alanının dinselleştirilmesini en çok bu sermaye gruplarının dayatmasının nedeni de budur.

           Türkiye kapitalizmin yeni yağmacı döneminin genel karakteristiğini böylece ortaya koyduktan sonra, depremin doğal yıkımının nasıl kapitalist yıkıma dönüştürüldüğü sorusunu daha kolay açıklayabiliriz. AKP’yle simgeleşen yeni yağmacı dönemde, 6 Şubat’ta yıkıma uğrayan 11 ilin ve özellikle 20 Şubat’ta ikinci kez büyük yıkımla karşılaşan Hatay’ın sosyo-ekonomik gelişmişlik durumunu aşağıdaki tablo ortaya koymaktadır. Yağmacı sermaye birikiminin ilk 14 yılındaki verilere baktığımızda depremin vurduğu 10 ilin hepsinin geriye gittiğini, yani kaynaklarının başka illere, özellikle yağmacı sermayenin odaklandığı Batı bölgesine kaydığını görüyoruz. 10 il içinde en büyük kaybı yaşayanların da Adana ve Hatay olduğu anlaşılıyor. Depremle birlikte bu kaybın Hatay’da ikiye katlandığını öngörebiliriz.

İllerin 81 İl İçinde Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması

                                                2003        2017

Gaziantep                                 19          30
Kahramanmaraş                     44          58
Adana                                         8           27
Adıyaman                                60          66
Hatay                                        27          39
Diyarbakır                                58          68
Şanlıurfa                                   63          73
Kilis                                           54          62
Osmaniye                                 47          54
Malatya                                    39          44

(Kaynak; DPT, “İllerin Sosyo-ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”, Yayın No: DPT 2671, Mayıs, 2003 ve T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, “İllerin ve Bölgelerin Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”, Sege 2017)

            PARKLARIN YAĞMALANMASI

            Yukarıdaki tablodan yola çıkarak, Türkiye kapitalizminin yağmacı sermaye birikim politikasının devreye girdiği dönemde ekonomik ve soysal gelişmişlik bakımından deprem bölgesindeki illerin adım adım “yıkıma sürüklendiği”ni söyleyebiliriz. Özellikle 1970’li ve 1980’li yıllardaki veriler dikkatle incelendiğinde Türkiye’de ekonomik ve sosyal gelişmişlik bakımdan ilk 15 il arasında yer alan Hatay’ın nüfusuna göre en çok verginin toplandığı iller arasında olduğunu da görmekteyiz. Gayrisafi milli hasılaya katkısı yüksek olmasına karşın genel bütçeden gerekli payı alamayan, kamu yatırımlarının en az olduğu illerden biridir. Yeri gelmişken bir gerçeğin altını daha çizmekte yarar var. Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde kurulup 1970’lerde üretime geçen İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nın özelleştirilmesiyle yaygınlaşan demir-.çelik, metal sektöründeki sermaye birikiminden büyük pay alan Tosyalı Holding, yağmacı dönemin öne çıkan tekellerinden biri olmuştur. Bu özelliğinin bir sonucu olsa gerek, 6 ve 20 Şubat depreminde büyük yıkıma uğrayan İskenderun’daki “Güvercinli Park” denilen “Yeni Yaşam Parkı”nı yapılaşmaya açılmak üzere Tosyalı Holding’e verildiği belirtilmektedir. Emekçiler açısından bu yeşil alana saldırılması, diğer deyişle yağmacı sermaye birikimi sağlayanların bu parkı seçmeleri manidardır. Çünkü, İskenderun’daki basın açıklamaları, protestolar bu parkta uzun süredir yapılmaktadır.

            HATAY’IN DEPREMSELLİĞİ

            Hatay coğrafyası, üç önemli fay zonunun birleştiği bir noktadadır. Güneyden Ölüdeniz (Lut), doğudan Doğu Anadolu, batıdan da Kıbrıs zonunun birleştiği yer Amik Ovası’dır. Dolayısıyla saptanan büyük depremlerin ve Antakya’da büyük yıkımların gerçekleşmesi, bu doğal yapısından kaynaklanmaktadır. Söz konusu yıkımların tarihselliğini, Antakya’nın kent kültürü ve mimarisi üzerine doktora tezi hazırlayan Tuğçe Tezer şöyle özetliyor:

            “Antakya, bugün hepimizin en acı şekliyle yeniden anladığı üzere, bir deprem bölgesi ve tarihi boyunca çok sayıda büyük ve telafisi güç yıkımlara neden olan depremin yaşandığı bir kent. 115 yılında 7,5 şiddetinde ve 260 bin kişinin ölümüne neden olan depremin ardından 526 yılında 7 büyüklüğündeki bir depremde 250 bin kişi hayatını kaybeder. MÖ 148 ve MS 1896 yılları arasında 6-10 şiddetinde 89 deprem, 1900-2000 yılları arasında 4-6 şiddetin 100 depremin yaşandığı Antakya’da 1822 yılında ve 1872 yılında gerçekleşen 7 şiddetindeki iki deprem, Antakya’nın fiziksel, sosyal, kültürel ve ekonomik dokusunu önemli ölçüde değiştiren depremler olarak anılıyor. Tarihi Antakya yerleşmesinin kurulu olduğu alan, günümüze değin bütün bu büyük depremlerde büyük bir yıkım görürken, Antakyalılar tarih boyunca kentlerini yine bu kadim yerleşme izlerinin üzerinde inşa ediyor.”[1]

            Bunca büyük yıkıma karşın, “Antakya niçin aynı yerde inşa ediyor?” sorusunun yanıtını, “Hatay ve Deprem Gerçeği” kitabımızın farklı kentlerde tanıtımı sırasında dile getirdiğimiz için, bununla ilgili yapılan bir haberden aktarmak istiyorum

            “Amik Gölü ve Ovası’nın verimliliği, Asi’nin (Orontes) canlılığı, Habib-i Neccar Dağı’nın (Silpius) koruyuculuğu… Ne yazık ki bu üç önemli doğal güzellik, talancı güçler tarafından 1950’lerden bu yana adım adım Hatay halkının elinden alınmaya çalışıldı. Verimli topraklar cama betona boğuldu. Depremselliği ve yakın zamanda depremin beklendiği Hatay Valiliği’nin 2021’de yayımlanan raporunda açıklandığı halde, genel ve yerel yönetimlerce hiçbir önlem alınmayan Hatay’ımız, depremden en büyük zararı gören il oldu. Bunun hukuk önünde hesabını sormak üzere Hatay Barosu ve uzman avukatlar öncülüğünde suç duyuruları yapıldı, davalar açıldı. Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu olarak hazırladığımız bu kitabın bir değeri de bu hukuki belgelere yer vermesidir. Bir daha halkımızın enkaz altında kalmasını istemiyorsak, depremin doğal yıkımına karşı hazırlık yapmayan, depreme dayanıksız yapılaşmaya izin veren tüm sorumluların mutlaka hesap vermesini sağlamak zorundayız. Bazı belediyelerin depremden sonra imar planlarını askıya çıkarmasındaki yağmacı anlayışın önüne geçmek, bilimsel ve teknik veriler ışığında depreme dayanıklı kentlerin kurulmasını sağlamalıyız.”[2]

            1 Nisan-30 Haziran 2023 aralığında Dönem Sözcülüğünü yaptığım Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu adına hazırladığımız 454 sayfalık kitapta bilimsel araştırmalar ve hukuki belgeleriyle kanıtladığımız üzere, depremselliğinin büyük risk taşıdığı ve 150 yıldır büyük deprem yaşanmadığı için her an büyük depremin beklendiği, 2021’de Hatay Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’nün AFAD’la birlikte hazırlanan İl Afet Risk Azaltma Planı’nın da ortaya konduğu anlaşılmaktadır. Aşağıdaki haber metninde bu rapora dayalı hazırlanan iki çalıştayda alınan kararlar ve ortaya konulan öneriler doğrultusunda genel ve yerel yönetimlerin önlem almadığı 6 ve 20 Şubat depremlerinin yarattığı büyük yıkımla anlaşılmıştır.  

            “Raporda, Antakya’da çok uzun süredir deprem olmamasından dolayı halkın olası bir deprem tehlikesinden habersiz olduğu da açıklandı:

            “Çok uzun süren durgunluk döneminden dolayı, halk olası bir deprem tehlikesinden habersizdir. Bu durum tehlikenin boyutunu daha da artırmaktadır.”

            ŞEHİR ZAYIF ZEMİNDE

            Raporda, şehirdeki yapılaşmanın en zayıf zemine yapıldığı konusunda da yetkililer uyarıldı:

“Graben alanı ve akarsu boylarındaki dolgu alanları, en zayıf ve zayıf zeminleri oluşturmaktır. …Ne yazık ki bugün şehrin büyük bir bölümü bu zeminler üzerinde yer alır. Zemin özelliklerinden dolayı olası bir depremin şiddeti, en zayıf ve zayıf zeminlere göre daha az hissedilecektir. Antakya’da mevcut yerleşme ile zemin özellikleri arasındaki ilişki, olası bir depremde ortaya çıkacak can ve mal kayıpları konusundaki endişeyi artırmaktadır.“

            7’LİK DEPREM SENARYOSU BİLE YAPILDI

            Valilik tarafından yapılan çalışmalar kapsamında gerçekleştirilen Çalıştay’da da katılımcılar, yetkilileri 7.5 büyüklüğünde bir depremle ilgili senaryoyu ortaya koydu.

KENTSEL DÖNÜŞÜM ALANLARI TARIM ARAZİLERİYLE ÇEVRİLİ

Raporda, bu senaryoya ilişkin olarak depreme yönelik tehlikeler şöyle sıralandı:

  • Yapı stoku bilgisi yetersiz
  • Ruhsatsız yapılar var, yapılaşmada denetim eksikliği var,
  • Yapı üretim sektöründe çalışan tüm personelin depreme dayanıklı yapım ilkeleri konusunda eğitim alma zorunluluğu yok
  • Yapıların deprem dayanıklılık testlerinin ücrete tabi olması ve yaptırılmasının vatandaşın isteğine bırakılması,
  • Hatay’da ulaşım mastır planı yok, yapılaşma SİT alanları ile iç içe, imar barışı sonucu oturum izni alan binaların depreme dayanıklı olup olmadığı bilinmiyor, zemin etüt laboratuarları yetersiz,
  • Kentsel dönüşüm çalışmalarında yer seçim alanları kısıtlı, yerleşim alan çevresinin genellikle verimli tarım arazileri, orman, sanayi kuruluşlarıyla çevrili.”[3]

Teknik konulara boğulmadan Türkiye kapitalizminin 2000’li yıllarda yöneldiği yağmacı sermaye birikiminin, her konuda olduğu gibi deprem konusunda da bilim insanlarının, ilgili meslek örgütlerinin, hatta devlet kuruluşlarının hazırladıkları raporlara, yaptıklara uyarılara kulak kabartmayacak kadar pervasız davrandığını, herkesin bildiği şu veriler de göstermektedir:

“Depreme hazırlık yapmak ve deprem yıkımını finanse etmek için toplanan ‘özel iletişim vergisi’ ortada yok. 1999 depreminden sonra yürürlüğe girdi ve AKP iktidarında yaklaşık 40 milyar dolar deprem vergisi toplandı. Bu devasa bütçeye rağmen halen Hatay’da devlet yok. Belediye ve özel yardımlar olmasa, halka yardım edecek kimse yok. Deprem bölgesi için özel iletişin vergisi topluyoruz, diyorlar ama deprem bölgesinde yaşayan insanlardan ÖİV alıyorlar. ÖTV üzerinden her şeye %200’den fazla zam geliyor, deprem bölgesine muafiyet yok. (…) Adliye kapalı ama mahkemeler açık. Hakimler, avukatlar perişan, kalacak yerleri yok. Yasal süreler uygulanmaya devam ediyor. Çocuklarını okutacak okul yok, çocuğu hastalansa tedavi edecek hastaneler yarım yamalak ve doktor yok. Ortada 7269 Sayılı Kanun var ama Mahkemeler dahil nasıl uygulanacağını bilen yok. Molozları şehir içine, su havzasına, tarım ve orman arazisine dökmeye devam ediyorlar. Ayrıştırmayı şehir dışında yap diyorsun, dinleyen yok. Mahkemeye gidiyorsun, yaptırım yok. Ama ne var: Kentsel ve arkeolojik sit alanını ‘riskli alan’ ilan edip ÇŞİB’ye ve TOKİ’ye yetki devri var. ‘Deprem olmuş bitmiş, daha ne riski olacak?’ diyorsun, duyan yok. ‘Aman hemen konut yapalım, inşaat firmaları para kazansın.’ diyorlar. Vatandaşa yüksek bedelli evler var. Yerinde dönüşüm diye bir şey çıkardılar, ne olduğunu anlayan yok. Hibe vereceğiz, diyorlar ama hibe vatandaşa değil, firmaya verilecek. Hibe yetmezse kredi vereceğiz, diyorlar. Kredi de yetmeyecek, evi nasıl biteceğiz, bilen yok. Kamulaştırma ve geçici el koyma yoluyla planlama yapıp belli yerleşim bölgelerindeki insanları göçe zorlayıp belli insanları onların yerine getirmek var. Göç edip başka şehre giden insanların kira öderken geçimini sağlaması mümkün değil. Üstüne üstlük Suriyeli muamelesi görmeye başladılar.”[4]

Kendisi de depremzede olan Avukat İbrahim Göçmen’in, büyük bir özveriyle KADOP, ASİ-DER ve HATSEP adına hazırladığı mahkeme dilekçelerinde dile getirdiği Hatay’ın deprem gerçeğiyle ilgili veriler, hukuki açıdan olduğu kadar teknik ve sosyal açıdan da tarihe not düşmektedir. Bu gerçekliğin bir başka boyutunu da aşağıdaki tablo ortaya koymaktadır.

ENKAZ-MOLOZ ÜZERİNDEN YAĞMA

  Bu tabloya baktığımızda 1980’li yıllarda  “dışa açılan burjuvazi”sinin en önemli sermaye biriktirme ayağını oluşturan inşaat sektörünün, depremle birlikte “enkaz ve molozları kaldırma-taşıma-dönüştürme alanı”ndan da büyük kaynak yaratacağını görmekteyiz. Aşağıdaki veriler ışığında sadece enkaz ve moloz kaldırma-taşıma-dönüştürme alanında 58 milyar liralık bir payın öngörüldüğü bilinmektedir. Ayrıca deprem bölgesinde yapılacak inşaatların Türkiye bütçesinin 5 yılında % 8 gibi bir pay kaplayacağı belirtilmektedir.

            “Kahramanmaraş merkezli deprem 11 ile yaygın büyük bir coğrafyada yüksek oranda yıkım ve hasara yol açmıştır. 6 Şubat 2023 tarihinde, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen Mw 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem, çevredeki 11 ilde can kaybı ve yıkıma sebep olmuştur. Deprem; Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa olmak üzere 11 ilde yüksek düzeyde can ve mal kaybına yol açmıştır. Tahminlerimiz, deprem bölgesinde yer alan bina stokunun %40’nın deprem nedeniyle az, orta ve ağır derecede hasar gördüğü ve yıkıldığını göstermektedir.

            Depremin yol açtığı devasa yıkım ile Türkiye’nin inşaat kapasitesi ve kalkınma ihtiyaçları, bölgenin yeniden yapılandırmasının 5 yıl süreceğini göstermektedir. Yeniden inşa edilmesi gereken bina stoku bölgenin ve Türkiye’nin yıllık inşaat kapasitesinin üzerindedir. Raporda yapılan çalışmalar deprem bölgesinde yer alan 650 bin bağımsız birimin yıkık veya acil yıkılması gerektiğini, 170 bin birimin orta hasarlı olduğunu ve 1,4 milyon birimin de az hasarlı olduğunu göstermektedir.2 Deprem kaynaklı yıkılan veya yıkılması gereken 650 bin bağımsız birim, depremin etkilediği 11 ilin tamamında 2022 yılında alınan yapı kullanma izin belgesine göre konut sayısının yaklaşık 7 katıdır. Tüm Türkiye genelinde 2022 yılında verilen yapı kullanma izninin de üzerindedir.3 Depremde hasar gören diğer binaların güçlendirme ve onarım faaliyetleriyle Türkiye genelinde devam eden konut stok ihtiyacı da gözetildiğinde, deprem kaynaklı hasarın bir yılda telafi edilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmektedir.

2 Bağımsız birimler binaların içinde yer alan konut, iş yeri, depo, kamu hizmet birimleri gibi çeşitli yapılardan oluşturmaktadır.

3 2022 yılında depremin etkilediği 11 ilde verilen yapı kullanma izin belgesine göre konut sayısı ülke genelinde 632 bin, depremin etkilediği 11 ilde ise 96 bin adettir.

4 Resmi makamlarca yapılan açıklamalara göre yapılacak konut inşaatlarının ağırlıklı olarak kamu tarafından üstlenilmesi beklenmektedir. Ekonomik aktivitenin tesisi için de iş yeri inşaatlarının yarısının yine kamu tarafından üstlenilmesi gerektiği öngörülmüştür. Öte yandan konut ve iş yeri onarım ve güçlendirme giderlerinin mal sahipleri tarafından karşılanacağı tahmin edilmektedir.

            Rapor, depremin 5 yıllık bir dönemde, 150 milyar dolara ulaşan bir finansman ihtiyacı yaratacağını göstermektedir. Bu maliyetin en yüksek kısmı bölgedeki yıkım kaynaklı üstyapı ve altyapının yeniden inşa, güçlendirme ve onarım giderleridir. Altyapı ve üstyapı inşaat faaliyetlerinin maliyetinin 88 milyar dolar civarında olması ve maliyetin yarısının kamu tarafında finanse edilmesi tahmin edilmektedir.4 En büyük ikinci maliyet taşıt, demirbaş, stok ve tüketim malları kaynaklı kayıplardır. Bu kalemin de büyüklüğü 35 milyar dolar olarak tahmin edilmiştir. Depremden etkilenen hane halkları için sunulması önerilen geçici barınma, yaşam, iş ve istihdam desteklerinin 3 yıllık maliyeti ise 24 milyar dolar olarak tahmin edilmiştir. Depremin sebep olduğu devasa kaybın yaşam standartları üzerindeki ağır etkisinin telafi edilmesi ve toplumsal olarak en duyarlı hanelerin desteklenmesi amacıyla geçici barınma, yaşam, iş ve istihdam desteklerinin azalan oranlarla 3 yıl boyunca sürdürülmesi tavsiye edilmektedir.”[5]

            Yukarıdaki veriler ve öngörüleri destekleyen yeni sermaye biriktirme alanındaki verilere baktığımızda şu tabloyu görüyoruz:

            “Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre depremin etkilediği 11 ilde 387 bin 410 binada hasar tespit çalışması yapıldı. Tespitlerde orta hasarlı bina sayısı 11 bin 114 olarak belirlenirken 99 bin 300 binanın az hasarlı, 180 bin 355 binanın ise hasarsız olduğu ortaya çıktı. İncelenen binaların 50 bin 576’sının ise ağır hasarlı ya da yıkık olduğu hasarlıların acil yıkılması gerektiği tespit edildi.

            Sektör uzmanları her bina için enkaz kaldırma maliyetini 250 bin TL olarak hesaplıyor. 50 bin 576 bina düşünüldüğünde yıkım ve enkaz kaldırma faturası ilk etapta 12,6 milyar TL olarak hesaplanıyor. Enkazın geri dönüşümü ile 5 milyar TL’lik bir değer yaratılabileceğini belirten sektör temsilcilerinin dikkat çektiği bir başka konu da geri kazanımının kamu kontrolünde gerçekleşmesi gerektiği.”[6]

            Bu sermaye birikim rejiminin Hatay’da nasıl acımasız uygulandığını 7 aydır yakından bilen biri olarak, aşağıdaki istatistiki verilere dikkat çekmek istiyorum:

  “Hatay Valiliğimiz koordinasyonunda gerçekleştirilen enkaz kaldırma çalışmaları kapsamında il genelinde 12.052 yıkık yapının enkazı kaldırılmış, 9.218 acil yıkılacak yapı yıkılmış ve yıkıntı atığı taşınmıştır. Böylelikle toplam 21.270 binanın enkazı geçici depolama sahalarına taşınmıştır.

  “1.038’i ekskavatör ve 3.106’sı kamyon olmak üzere toplamda 4.243 iş makinası ile yürütülen enkaz kaldırma çalışmalarında bugüne kadar 546.817 kamyon seferi yapılmış, İl genelinde belirlenen 26 geçici depolama sahasına taşınan yıkıntı atığı 7.028.946 metreküpe ulaşmıştır.

   Tespit, ilan ve itirazların değerlendirmesi sonucunda ağır hasarlı yapı statüsünde bulunan il genelindeki yaklaşık 51 bin yapının yıkımı ve yıkıntı atıklarının taşınmasına yönelik ihale iş ve işlemleri 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümleri çerçevesinde büyük oranda tamamlanmıştır.”[7]

TARIM ALANLARININ VE ZEYTİN BAHÇELERİNİN YAĞMALANMASI

Türkiye kapitalizminin yağmacı yıkımla sermaye biriktirme politikasının Hatay açısından çarpıcı örneklerinden birini de merkez ilçe Antakya’ya bağlı Dikmece bölgesindeki tarım alanları ve zeytin bahçelerinden oluşan 7 bin dönümlük arazinin kamulaştırılarak TOKİ’nin yapacağı binalara tahsis edilmesidir. Dikmece halkının direnişiyle Türkiye gündemine gelen bu karara karşı yürütmeyi durdurma talepli dava açılmış olup Mahkeme geçici karar alarak ilgili bakanlık ve kurumlardan belgeleri istemiştir. Bu süreçte köylülerin ve çevrecilerin topraklarına, zeytinlerine sahip çıkma direnişini aşağıdaki haber net biçimde ortaya koymaktadır.

“Büyük Dikmece Buluşması için Çiftlik Mahallesi’nde bir araya gelen çok sayıda yurttaş, bölgeye yapılması planlanan TOKİ projesini protesto etti.

Antakya’nın Dikmece köyünde tarım ve zeytinlik arazilerine kamulaştırma kararı alınmasının ardından köylülerin mücadelesi devam ediyor.

Depremden sonra acele kamulaştırma kapsamına alınan ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nca (TOKİ) konut yapılması planlanan Dikmece’de köylüler ve Türkiye’nin birçok noktasından gelen yurttaşlar Büyük Dikmece Buluşması için buluştu.

Direnişçiler, „Dikmece’den Akbelen’e, talana karşı direnişi büyütelim“, „İstimlaklara geçit vermeyeceğiz“, „Sermaye defol, bu topraklar bizim“, „Zeytin kardeşliği kazanacak“ dövizleriyle yürüdü.

Yürüyüşe jandarmanın saldırısına rağmen toprakları için direnen Akbelen direnişçileri de katıldı.”[8]

Bu direnişi hem anayasa-yasa bakımından meşru kılan hem de insanlığın en temel ihtiyacı olan gıdanın teminini ilgilendiren kapitalist yıkımı deşifre eden aşağıdaki metnin, yaşanan sürecin fotoğrafına önemli bir boyut kazandırdığını görüyoruz.

           “Kısaca Torba Yasa olarak bilinen 7456 sayılı kanun 15 Temmuz 2023 tarih ve 32249 Sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğü girdi.

            Deprem bölgesindeki 11 ili kapsayan zeytinlik ve orman alanlarının talanını öngören ve Anayasaya aykırı olan 7456 sayılı kanunun 25. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne son başvuru tarihi 13 Eylül 2023’tür. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, TBMM’deki tüm partilere, milletvekillerine, basın kuruluşlarına, demokratik kitle örgütlerine ve kamuoyuna duyurulur.

  1. 15 Temmuz 2023 tarih ve 32249 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan bu yasadaki 25. madde, ormanları ve zeytinlikleri deyim yerindeyse Anayasa ve hukuk tanımayan bir anlayışla tepe tepe inşaata açmayı öngörmektedir.
  2. Anayasa Madde 169: <Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.> diye apaçık belirtmesine karşın, hak sahibi başına 1.000 metrekare orman verilmesini öngören yasa çıkarmak Anayasayı yok saymak anlamına gelir. Yapılmak istenen, depremi gerekçe göstererek orman kıyımıdır. Deprem fırsatçılığının başka bir çeşididir. Depremden etkilenen 11 ildeki orman ekosistemleri parçalanacak, yok edilecek, bütün bitki ve hayvan türleri zarar görecektir. Su sıkıntısı çekilen bu süreçte yeraltı ve kaynak suları olumsuz etkilenecektir.
  3. Söz konusu maddedeki “Henüz yer seçimi yapılmamış, köylerde ve kırsal özellik gösteren alanlarda” ibaresi hazırlıksızlığın, belirsizliğin, öngörüsüzlüğün göstergesidir. Depremi yaşayan illerden bazılarında köyler büyükşehir yasasıyla mahalle olmuştur. “Kırsal özellik gösteren alanlar”ın hangi ölçütlere göre ve kim tarafından belirleneceği, bu durumun kaç yıl süreceği belli değildir. Net olmayan böyle bir yasa farklı illerde farklı şekillerde uygulanmaya açıktır.
  4. 25. madde ile getirilen değişiklikler Türkiye’nin de imzaladığı ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Örneğin; Biyolojik çeşitliliğin korunması sözleşmesine aykırıdır. Ayrıca 2007 yılında yapılan Avrupa Orman Bakanları Konferansı’nda alınan kararlara da aykırıdır. 2007 yılında alınan kararlarda;
  5. a) Ormanların temiz su üretimindeki işlevi nedeni ile kesinlikle korunması,
  6. b) Yenilenebilir enerji kaynağı bağlamında korunması öngörülmüştür.
  7. 25. madde ile yapılması öngörülen değişiklik, 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması hakkında kanuna aykırı olduğu gibi Türkiye’nin gıda güvenliğini de tehlikeye atmaktadır. Ormanların, zeytinliklerin ve zeytinlik sahalarının yapılaşmaya açılması ile yalnızca bu alanlar değil, bitişiğindeki ve çevresindeki diğer ekosistemler de (ormanlar, sulak alanlar, tarım alanları, bozkırlar vb.) olumsuz etkilenerek zarar görecektir. Aynı zamanda bölgede yaşayan halk da sosyal, kültürel ve ekonomik olarak olumsuz etkilenecektir.

            Zeytinliklerin imara açılmasını ve yapılaşmasını öngören yasa taslağı geçtiğimiz yıl siyasal iktidar tarafından gündeme getirilmiş ve halkın Ankara’ya Meclise gelerek tepki göstermesi üzerine geri çekilmişti. İktidar, yanlışlığını anladığı için değil, halkın tepkisinden çekindiği için yasa taslağını geri çektiğini bu torba yasa ile göstermiş oldu. Şimdi de deprem fırsatçılığı yaparak 25. maddeyi torba yasaya eklemiştir. Ormanları ve zeytinlikleri Anayasa ve hukuk tanımayan bir anlayışla inşaata açmayı öngören bu torba yasa iptal edilmelidir.”[9]

            CANLI SAĞLIĞINI HİÇE SAYAN SERMAYE BİRİKİMİ

            Yağmacı ve yıkımcı niteliğiyle Türkiye kapitalizminin insan sağlığını, yurttaşın anayasada tarif edilen en temel haklarından biri olan sağlıklı çevrede yaşama hakkını da hiçe saydığının bir göstergesini de, Hatay Tabip Odası tarafından yayımlanan aşağıdaki rapor ortaya koymaktadır.

 “10-11 Haziran günleri yapılan ve 22 saat 13 dakikalık kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 48 µg/m3 olarak tespit edilmiştir. Bu değer DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değerinin 3 katından fazladır. Aynı gün ölçülen en yüksek PM2.5 değeri 185 µg/m3’tür.

  16-17 Haziran günleri yapılan ve 23 saat 16 dakikalık kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 16 µg/m3’tür ve kılavuz değerin üstündedir.

  10-11 Temmuz günleri yapılan ve 21 saat 10 dakika süren kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 17 µg/m3 olarak tespit edilmiştir. Bu değer DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değerinin üstündedir. Aynı gün ölçülen en yüksek PM2.5 değeri 121 µg/molarak kayda geçmiştir.

  Sadece 24 saatlik ölçüme en yakın süre boyunca yapılan ölçümler bile dikkate alındığında, DSÖ’nün yılda 3-4 günden fazla aşılmaması gerektiğini belirttiği 24 saatlik ortalama PM2.5 konsantrasyonları 3 gün aşılmıştır. Ölçümlerin kesintisiz yapılması durumunda bu kılavuz değer aşımının da çok daha fazla tekrarlanma riski olduğu açıktır.”[10]

TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE MÜCADELE

Depremin yarattığı yıkımın hukuki boyutuyla ilgili yapılan suç duyurularıyla açılan davaların önde gelen avukatlarından İbrahim Göçmen’in yukarıda dile getirdikleri, Yağmacı sermaye düzeninin Hatay’da yaptıklarının fotoğrafını vermektedir. ASİ-DER, KADOP ve HATSEP’in de müdahil olduğu Danıştay’a açılan yürütmenin durdurulması ve duruşma istemli “Hatay ili Antakya ilçesinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. Maddesi gereği ‘riskli alan’ ilan edilmesine ilişkin 7033 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararının iptaline” ilişkin davanın bu fotoğrafın kilit noktalarından biri olduğunu belirtmeliyiz. Ayrıntılarının “Hatay ve Deprem Gerçeği” kitabımızın 214-237 sayfalarında inceleneceği bu dava, yağmacı sermayenin tarihsel-kültürel alanlarını da yağmalamak için depremi fırsata çevirmek istediğini göstermesi bakımından önemlidir. 307 hektarlık Antakya’nın sit alanının, “risk alanı”na dönüştürülmesine karşı Hatay Barosu’nun, KADOP, ASİ-DER ve HATSEP’in yürüttüğü mücadele sonucunda bu alana yönelik yetkinin ÇŞİB ile TOKİ’ye devredilmesinin önüne geçilmiş, Mayıs 2023’te yetki tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na aktarılmıştır. [11]  Bu, mücadelenin kazanımlarından küçük bir örnektir. Aynı yapıların yürüttükleri bir başka çalışma sonucunda “Deprem Bölgesinden Yükseköğretim Kurumları Sınavı”na katılacak adaylar için dikey eşitlik esasına göre puanlama ya da sınav yapılması konusunda da kazanım sağlanmıştır. İdare Mahkemelerinden alınan başka konularla ilgili başka kazanımlar da olmuştur. Bunların devede kulak misali olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Sermaye birikiminden, kârdan başka bir derdi olmayan kapitalistlerin, gezegenimizi iklim değişikliğine uğratarak yaşanılmaz noktaya doğru götürdüğünün en belirgin işareti 2023 yazının dayanılmaz sıcaklıkta geçmesidir. Deprem bölgesinde, özellikle Hatay’da kentlerin su şebekeleri parçalandığı ve yeniden yapılmadığı için susuzluk başat sorun haline gelmiştir. Halk, yardım kuruluşlarının dağıttığı su kuyruklarında perişan olmaktadır.[12] Genel ve yerel kamu kuruluşları halkı çaresiz bırakırken, Hatay halkıyla dayanışma yapan örgütlerin çözüm üretmeleri çok önemlidir.[13]  Toplumsal ve siyasal mücadelenin teknik boyutunu da göstermesi bakımından…

Kapitalizmin doğa ve kültürel-toplumsal yıkımı hedefleyen sermaye birikiminin Hatay’daki önemli örneklerinden biri de, tıpkı Kazdağları’nda, Akbelen vd. yerlerde olduğu gibi Dikmece’deki zeytinlik ve tarım alanlarını TOKİ için yapılaşmaya açan kamulaştırma kararının alınmasıdır. Temmuz ve Ağustos 2023’te Dikmece köylüleri başta olmak üzere çevreye duyarlı örgütlerin bu karara karşı yürüttüğü mücadelenin içeriği ve biçimi de önemlidir. Halkın muhtarı, ihtiyar heyetiyle birlikte hem hukuki hem de eylemsel mücadeleyi birlikte yürütmesi bakımından topyekun bir mücadele staretejisine ve taktiklere ihtiyaç vardır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Birçok başka örnek, veri ve olguyla destekleyebileceğimiz “Kapitalizmde Deprem Yıkım Örneği: Hatay”ımızın ekonomik olduğu kadar sosyal ve psikolojik bakımdan da büyük sorunlarla karşı karşıya geldiği ortadadır. Nüfusun yarısının il dışına göçtüğünü HBB Başkanı Lütfü Savaş açıklamıştır. Depremin travması yetmiyormuş gibi göç nedeniyle ailelerin parçalanması, işsizlik ve yeni yere uyum sorunu, Hatay halkını derinden sarsmıştır. Konunun bu boyutuyla ilgili çalışmalar sürmekte olduğundan elimizde kapsayıcı veriler bulunmamakla birlikte gözlem, görüşme ve incelemelerimiz göstermektedir ki, bu soruna acil çözüm bulunmazsa çok ciddi psikolojik yıkımlar gündeme gelecektir.[14] Doğal deprem yıkımının kapitalizm tarafından nasıl bir felakete dönüştürüldüğünü verileriyle ortaya koyduğumuza ve bunun da kapitalizmin ekonomi politiğinden, yapısından kaynaklandığını gösterdiğimize göre, temel çözümün kapitalist düzenin yıkılmasından geçtiğini görmemek için gerçeklere gözünü kapamak gerekir. Yaşam kaynağımız doğayı, insanın eşit ve özgür yaşama bilincini, toplumsal dayanışma değerini yok eden “BYY” olarak kodladığımız sermaye birikim rejiminin yıkılarak ülkenin doğal ve insani kaynaklarının eşitlik ve özgürlüğü merkezine koyan toplumsal düzen olarak Sosyalist Türkiye rejiminin kurulmasının ne denli acil bir gereklilik olduğunu emek üretenlerin gündemine hızla getirmeliyiz.

Türkiye’deki tüm işçi ve emekçilerin, toplumu aydınlatma ve örgütlemekle sorumlu kişi ve kurumların acilen gündeme getirmesi gerekenlere gelince…

İkinci bir yıkımın da önlenebilmesi için acil yapılması gerekenler şunlardır:

-Türkiye’nin depremselliğiyle ilgili acilen makro düzeyde bilimsel bir plan ortaya konmalıdır. Bununla paralel Hatay’ın depremselliği 6 ve 20 Şubat depremlerinden sonraki süreç dikkate alınarak yeniden ve bilimsel temelde raporlaştırılmalıdır.

-Bu raporlaştırmaya göre yıkılan kentlerin yeniden ayağa kaldırılması için depreme dayanıklı alanlar belirlenmeli ve yapılaşma buna göre gerçekleştirilmelidir.

-Antakya, İskenderun, Kırıkhan, Samandağ ve Arsuz’daki tarihi-kültürel mekanların dokusuna uygun biçimde düzenlenmesi sağlanmalıdır. Sit alanları korunmalıdır.

-Ülkede yapılması gerektiği gibi Hatay’ın tarım ve orman alanları kesinlikle yapılaşmaya açılmamalıdır.

-Kadim Antakya başta olmak üzere yıkılan kentlerin kültürel ve demografik dokusu korunmalı, yürünebilir kentleşme planları uygulanmalıdır.

-Tüm deprem bölgesinde yapılması gerektiği gibi göç eden Hataylıların topraklarına yeniden dönmesini sağlayacak ekonomik ve toplumsal yaşamı canlandıracak önlemler alınmalıdır.

-Eğitim, kültür ve sanat kurumlarının gecikmeden işlevsel hale getirilmesi sağlanmalıdır.

[1] Tuğçe Tezer, “Süreklilik ve Kopuşların İzinde Antakya’da Deprem”, Hatay ve Deprem Gerçeği, Sonçağ Yayınları, Ankara, 2023, s.272-273

[2]https://sendika.org/2023/07/hatay-ve-deprem-gercegi-halkla-bulusmaya-devam-ediyor-fiziki-sosyolojik-ve-psikolojik-yikima-karsi-dayanismayla-direniyoruz-689185/

[3] https://www.evrensel.net/haber/481724/felaket-goz-gore-gore-geldi-hatay-valiligi-2021de-7-7lik-maras-depremi-senaryosu-hazirlamis

[4] Av. İbrahim Göçmen, Kadim Antakya Dayanışma Platformu yazışmaları, 6 Ağustos 2023

[5] Burcu Aydın Özüdoğru(Ekonomik ve Yapısal Politikalar Merkezi Direktörü),

2023 YILINDA GERÇEKLEŞEN KAHRAMANMARAŞ MERKEZLİ DEPREMİNİN ETKİLERİ VE POLİTİKA ÖNERİLERİ,www.tepav.org.tr 3

[6] https://www.aydinlik.com.tr/haber/depremin-yikim-ve-enkaz-kaldirma-bedeli-ne-kadar-368305

[7] https://www.iskenderunses.net/haber/enkaz_kaldirildi_agir_hasarli_bina_yikimi_basladi-18478.html

[8] https://haber.sol.org.tr/haber/dikmecede-buyuk-bulusma-sermaye-halka-hesap-verecek-383191

[9] Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Yönetim Kurulu’nun 23 Ağustos 2023 tarihli basın açıklaması

[10] https://ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=c06b315c-4638-11ee-a2a3-83c14101434b

[11] https://www.dha.com.tr/politika/bakan-ersoy-antakyanin-genelini-kapsayacak-bir-imar-yapisini-olusturacagiz-2291419

[12] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/hatayda-su-yok-sorun-cok-2099070

[13] https://www.gazeteduvar.com.tr/tkp-hatayda-endustriyel-su-aritma-cihazi-uretti-haber-1613785

[14] Kemal Dil-Müslüm Kabadayı, “Hatay’ın Düşündürdükleri Raporu”, Hatay ve Deprem Gerçeği, Sonçağ Yayınları, Ankara, 2023, s.261-271