Kemal İnal1
Türkiye Millî Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı, eğitimin tüm formal kademeleri için geçerli olan yeni müfredat modeli kamuoyunda çok tartışıldı.2 Tartışmalar genellikle sol kesimden gelen, laiklik kaygısı temelinde, bir değerler eğitimi eleştirisinde yoğunlaştı. Buna göre, laiklik, bilim ve uygarlık karşıtı yeni müfredat, çeşitli İslami kavramlar çerçevesinde açımlanan bir değerler eğitimiyle yeni bir Müslüman insan yetiştirmek bakımından dinsel bir mühendisliğe soyunmuştu. Müfredatta geleceğe bakış, geçmişin muhafazakarca yüceltilmesi bağlamında bir geriye yönelimli perspektifi içerdiği iddiasıyla “çağdışı” olarak ilan edildi. Burada “çağ” veya “çağdaşlık”, kabaca Batılı uygarlık değerlerini yani evrensel bir bakışı (tüm ulusal, yerel ve etkin aidiyetleri aşan bir bakışı) içermektedir. Sol kamuoyu, bu evrensel genişlik yerine İslami değerler temelinde dar bir bakış açısı içerdiğini iddia ettiği yeni müfredatı aslında Batı-karşıtı bir kampa yerleştirdi. Burada Batı aslında daha pek çok sosyolojik kavramın (evrensellik, modernizm, laiklik, insan hakları, çoğulculuk, çokkültürlülük vb.) ifade ettiği bir hat olarak kavranmaktadır. Eğitim, bu bağlamda bu Batı dünyasına karşı bir “direnç hattı” olarak görüldüğü için Althusserian ideolojik devlet aygıtı olarak kullanılmakta ve kapsamlı bir İslami mühendislik aracı olarak işe koşulmaktadır. Bu bir bakıma, İslam’ın Batıya karşı öncelikle dini sembolleri kullanarak açtığı savaşı (hilalin haçlı ile savaşı) ifade eden bir “kültür savaşı” olarak, Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” bağlamında yorumlanabilir. AKP (Erdoğan olarak okunabilir), 2002’de iktidara geldikten iki yıl sonra hazırladığı ilk yeni müfredatında eğitimi Batı’dan gelen her türlü tehlikeye karşı bir ideolojik direnç hattı olarak tasarlamıştı. Buna göre bir “bayrak direği” (Türk milliyetçiliğinin sembolü) olarak ele alınan “milli eğitim sistemi”nde (temel eğitim), bayrak direğinin yere/toprağa yakın olan kalın kısmı, küreselleşme rüzgarlarına karşı dayanıklı olacak olan ilköğretimi simgeliyordu. İşte İslami ve Türk milliyetçisi değerler eğitimi bu ilk kısımda yapılacaktı. Bayrak direğinin yukarı kısımları, inceldiği için küresel rüzgarlara karşı daha dayanıksız yani alabildiğine esnek olacaktı. Tabiri caizse, bayrak direğinin alt kısmı daha bir ideolojik eğitime ait bölge olurken, bayrak direğinin üst kısımları dünyaya açık yüksek öğretim (üniversite, bilimsel çalışmalar vb.) alanı olacaktı.
Oysa 2024 müfredatında eski metafor değiştirildi ve bayrak direğinin yerini “köklü ağaç” aldı. Muhafazakâr ve milliyetçilerin çok sevdiği “köklü ağaç” metaforundaki asıl önemli nokta, ağacın köklerini ifade eden İslami-milli değerlerin Türkiye toprakları üzerinde temellenmesiydi. Buna göre ilk ve ortak öğretim müfredatında teknik olan her şey (bilgi, beceri, yetenek, teknoloji, çeşitli vasıflar vb.) bu değerler üzerine kurulacaktı. Dolayısıyla Batının tekniği, İslam’ın değerleri üzerine bindirilecekti ama burada bir sentez veya melezlenmeden ziyade Batı uygarlığının İslami değerler üzerine kurulması söz konusuydu. Burada kök, temel ve sağlamlık anlamında İslami değerlerin Türkiye/Anadolu toprağına yerleşmiş olması, bir haslet veya erdem olarak ele alınmakta, alkışlanmakta ve bir sosyal mühendislik olarak müfredata aktarılmaktadır. Batının teknik aklı (rasyonalizasyon) ile İslam’ın içgörüye dayalı derin tahayyülü (maneviyat) arasında bir köprü kurulsa da aslında bu köprü, bir diyalog, etkileşim ve işbirliğinden ziyade araçsallaştırmayı ifade etmektedir: Batının üstünlükleri (insan hakları, teknoloji, teknik akıl, rasyonalite vb.) bir öz, değer ve erdem içermediği hasebiyle hem küçümsenmekte hem de araçsallaştırılarak kendine mal edilmektedir. Dolayısıyla burada, Osmanlıdan bu yana gelen bir kültürel refleks söz konusu. Buna göre, giderek zayıflayan İslam/Osmanlı/Türkiye için kurtuluş yolu, daha bir otantik tavır olarak özüne dönmek, eski kimliğini korumak ve mazideki değerlerini muhafaza etmektir. Yeni müfredatın arka planında gayet açık biçimde sırıtan bu refleks, aslında Osmanlının yıkılmasından ve Erdoğan dönemi Türkiye’sinin her alanda dibi boylamasından dolayı sözde bir “kurtuluş reçetesi” içermektedir. Türkiye’nin İslam’a dini değerler üzerinden dönerek kurtulabileceği inancı, eğitimin rasyonel pedagojiden ziyade İslami ideolojik devlet aygıtı olarak alınmasına yol açmaktadır. Resmi eğitimin sivil alanı kuşatabilmesi için eğitim, devletçi bir İslam’ın ideolojik aygıtı olarak rol oynamalı.
Erdoğan döneminde, 2002’den günümüze din derslerinin birden dörde çıkarılması, müfredat ve ders kitaplarındaki Darwin’in evrim teorisinin çıkarılması, tüm okul yöneticilerinin dini fakülte mezunları arasından seçilmesi, her (laik) okula dini mescitlerin açılması, dini değerlerin öğretilmesinin eğitimin her kademesine konulması gibi pek çok politika, eğitimin laik niteliğine vurulan ciddi darbeler oldu. Yeni müfredat ise anti-laik karakterli eğitimi İslami mühendislik ve muhafazakâr nesiller yetiştirme bağlamında daha da güçlendirmeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik krizlerine demokrasiyi, hukuku ve ekonomiyi geliştirerek yanıt veremeyen Erdoğan iktidarı, maddi krize karşı manevi çözümü yani İslam’ın eğitime bir ahtapot gibi yayılmasıyla cevap vermeyi seçti. Yeni müfredatın “maarif” gibi eski/Osmanlıca bir kavramla ifade edilmesi çok manidar. “Maarif”, “arif insan” yani “Müslüman insan” olması hasebiyle “modern birey” kavramını kabul etmeyen bir geleneksel terbiye anlayışına dayanmaktadır. Burada devlet/hükümet başta olmak üzere imamı, otoriter babayı, giderek temel yol gösterici Allah’ı paternalist bir felsefe içinde temel eğitimi olarak görmek, bireyin özgürleşmesine karşı bir hamleyi gösterir. Dolayısıyla yeni müfredat, bireyin özgürlüğünü değil, (dindar) müminin yetiştirilmesini hedeflemektedir. “Dindar nesil” yetiştirmekle görevlendirilen milli eğitim sisteminde “millilik”, Aydınlanmanın bir ürünü olan yurttaş kategorisini, evrensel yani sözde köksüz ve bağlamsız değerlere dayandığı için kabul etmemektedir. Yurttaş, özgürleşmesini önceleyen bir modern birey kategorisidir. Bunun karşısına çıkarılan “mümin” ise itaatkâr insandır. Dolayısıyla mümin temelli bir maneviyat, yurttaş temelli maddiyatı köksüz, ateist ve yoz diye eleştirmektedir.
Sonuç olarak yeni müfredatın din yoğunluklu göndermeleri, laik eğitime karşı açılan bir kültür savaşını ifade etmektedir. Bu bağlamda eğitim, özgürleştirici özelliğini kaybetmiş ve itaat, biat ve uyuşumu öne alan bir İslami mühendisliğin araçsal aklına indirgenmiştir. Ağaç metaforuyla her bilgi, beceri vbe yeteneğin İslami değerler üzerine kurulması, yeni müfredatın derdinin eğitim değil, İslamlaşma olduğunu göstermektedir.
1 Affiliated Researcher at Helmut Schmidt University, Hamburg
2 Ben de bu tartışmalara, yeni müfredata ilişkin hazırladığım uzun bir raporla katıldım. Bu raporu kitap bölümü olarak şu yeni çalışmamda bulabilirsiniz: Kemal İnal, Kapitalist Müfredat. AKP’nin Eğitim Politikalarının Eleştirisi, Ankara, Töz Yayınları, 2024.