/UÇURUMUN KENARINDAKİ ÜLKE: TÜRKİYE – HATİCE TOPÇU

UÇURUMUN KENARINDAKİ ÜLKE: TÜRKİYE – HATİCE TOPÇU

HATİCE TOPÇU
Gazeteci – TÜRKİYE

Tarihsel süreci iyi analiz edememenin, değerlendirememenin ve buna bağlı olarak geleceği öngörememenin bedelleri ağırdır. Tam bağımsızlık özünde ve milli egemenlik esasında kurulmuş Cumhuriyetimiz ne yazık ki bugün bu bedeli çok ağır ödemektedir.

İçinde bulunduğumuz noktada karşı devrim güçlerinin bu denli yol almış olmasının nedenlerinin tespiti konusunda geç kalmak, gerekli tepkileri verememek gelecekte daha ağır bedeller ödemek zorunda kalmamız sonucunu doğuracaktır. Bu bedel ülkemizin bölünüp parçalanmasına kadar gidebilir. Nitekim içinde bulunduğumuz günlerde yaşananlar sürecin başlatıldığının açık ve net olarak göstermektedir.

Öncelikle geçmişten günümüze siyasi tarihimizin analizinde çok kafa karışıklıklarının olduğunu belirtmek isterim. Ülkemizin içine çekildiği siyasi çekişmelere baktığımızda bunu görebilmekteyiz. Aslında bu kafa karışıklıkları ülkemiz üzerinde emelleri olan emperyalizm ve yerli iş birlikçilerinin bilerek ve isteyerek oluşturdukları süreçlerden başkası değildir. Ülkemizde oluşturdukları çatışma alanları da bizi amaçladıkları yere, yeniden ‘Sevr’ e yani parçalanmaya taşımaktır.

Sevr’in dayatmalarına rağmen Anadolu’nun ortasına bağımsız bir Cumhuriyet kuruluşuna giden yolda izlenen adımları elbette yine o çağın koşulları ile değerlendirmek gerekiyor. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkılarak başlayan kurtuluş mücadelesi sonrasında Cumhuriyet ilan edilmiş ve aydınlanma devrimleri ile bilinçli birey yetiştirme çalışmaları başlatılmıştır. Bu bağlamda halkı dili ile buluşturan dil devrimi, millet mektepleri ve okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır. Devrimin önderi bizzat kara tahtanın başına geçerek yeni harflerin tanıtımını yapmıştır. Halk evleri, halk odaları uygulamasıyla şehir, kasaba, köylere kadar bilinçlenme adımları atılmıştır. Nihayetinde Köy Enstitüleriyle kendi kültürüne dokusuna uygun özgün bir eğitim modeli genç Cumhuriyetimize kazandırılmıştır. Ne yazık ki az zamanda çok ve büyük işler yapan devrimin önderinin erken vefatı aydınlanma devrimlerini akamete uğratmıştır.

Gelen siyasi iradeler bu yarım kalan devrimleri geliştirmek ve tamamlamak bir yana çok partili dizgeye geçiş sürecinin kaybetme telaşına kapılmış ve karşı devrim güçlerine ödünler verilmeye başlamışlardır. Özetle dün savaş meydanlarında kazanılan ve Cumhuriyetin tapusu dediğimiz Lozan ile sonuçlanan üniter, laik, demokratik bir ulus devlet olma yolumuzu açan adımlar bugün tersine döndürülmüştür.

Bugün birçok batı ülkesi de dahil dünyada ahlaka karşı menfaati önceleyen yaklaşım Makyavelizm’in ilkeleri uygulanmakta iktidarlar varlıklarının devamı için akla gelmeyecek yöntemlere başvurmaktadırlar. Makyavelizm’i bir adım daha öteye taşıyarak ‘Propaganda Bakanlığı’nı kuran Hitler’in izlediği yöntem ve teknikler de dahil olmak üzere dünya diktatörlerin sermaye iş birliklerinin acı şerbetini en masum olana -halka- içirmektedir.

Çok Partili Sisteme Geçişin İç ve Dış Etkenleri

Ülkemizin çok partili dizgeye geçişini bir üst seviye -demokrasiye geçiş- şeklinde değerlendirenler söz konusudur. Bu konu da geçiş sürecinin koşullarını dikkate alarak değerlendirilmelidir. Ülkemizde çok partili dizgeye geçişin demokratikleşmeyle falan alakası yoktur. Terzi İç ve dış dinamiklerin taşıdığı geçiş ve sonrası yaşananlar Türk devrimini geriye çekmiş, nihayet bugün yaşadıklarımızın adımlarının döşenmesinin önünü açmıştır.

Çok Partili dizgeye geçişin iç sebebi İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu ekonomik zorluklarla baş etme yolunda iktidarın uyguladığı yeni vergilerin toplumda yaratığı güvensizlik gösterilebilir. Dış sebeplere gelince; iki faktör söz konusudur. İlki Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye dönük toprak ve üs talebinin oluşturduğu güvenlik tehdidi. İkincisi İkinci Dünya Savaşı’nın demokrasi ile yönetilen ülkeler tarafından kazanılması, faşizmin oluşturduğu yıkımın bir daha yaşanmaması adına savaş sonrası oluşturulacak düzende demokrasinin öncelenmesi. Sovyetler Birliği ile yaşanan güvenlik tehditleri Türkiye’yi batıya yaklaştırmış, batı ile iş birlikleri yapabilmenin yolları aranmıştır. Batının koşulu olan çok partili dizgeye geçiş kararı böyle alınmıştır.

Şimdi buradan bakıldığında genç Türkiye Cumhuriyeti henüz kültür devrimini tamamlamadan çok partili dizgeye geçişle ahlakın değil menfaatin öncelendiği bir siyasi sürecin içinde kendini buldu desek çok da haksız sayılmayız. Çünkü demokrasi bilinçli, birikimli, eğitimli, aydın yurttaşların katılımıyla işleyebilir. Aksi demokrasi istenilen durakta inilen bir tramvaya dönüşür.

Tarihsel olarak ağalık, derebeylik gibi otoriter yapılarla şekillenmiş, demokrasi içinde yönetim becerileri gelişmemiş bir toplumda demokrasi ancak şeklen mümkün olabilir. Böyle bir tabloda siyasi liderlerin devleti kişisel çıkarları için kullanmaları, iktidarlarını kaybetmemek adına her yolu mübah saymaları şaşırtıcı olmaz.

Bunun doğal sonucu olarak dünlerin iktidarlarının uygulamaları, askeri darbeler Türkiye’de demokrasi bilincinin oluşmaması adına eğitim programlarından tutun da Arap kültürünün din olarak aktarılması ve nihayetinde çok partili sistemin en uzun ömürlü iktidarı AKP’nin uygulamaları…

Peki, AKP’nin bu denli uzun süre iktidarda kalmasının sebebi Makyavelizm yaklaşımlarını uygulayabilmesi mi yoksa muhalefetin başarısızlığı mı?

Her ikisi de! Gelinen nokta siyasal İslamcılarla etnik bölücülerin birleştiği Lozan’ın hedef alındığı ve 1924 Anayasasının öncesinin işaret edildiği noktadır. Bırakın geçmişi içinde bulunduğumuz süreçte ana muhalefetten tam bağımsızlık ve ulusal egemenliği merkeze alan bir açıklama duyamadık. Ancak eli kanlı bir terörist yapının sözde kongre toplaması, geçmişte yaptıklarını haklılaştırması -kendini aklaması- anlamı taşıyan bir metnin devletimiz tarafından muhatap alınması, yetmedi iktidar ortağı MHP’den gelen Mecliste komisyon oluşturulması düşüncesinin CHP Genel Başkanı tarafından sahiplenmesi… Dünün altılı masasının işaret ettiği, kapsayıcı anayasa dediği 1921 Anayasası ve bugünün siyasal İslamcıları, etnik bölücülerin talepleri ve elbette Özgür Özel’in açıklamaları…

İktidarı ve muhalefeti aynı noktada buluşturan ne?

Özgürlük, eşitlik, barış, demokrasi ile cilalanmış söylemler kime/kimlere hizmet ediyor?

Oysa yeni dünya düzeninde özgürleşen sermaye, köleleşen halk değil mi?

Otoriterleşen rejimlerde durum yine aynı, özgürleşen devlet yönetimini ele geçirenler, ezilen, incinen, sömürülen halk değil mi?

Neyin, kimin barışı, özgürlüğü, eşitliği?

Yaşananlar tam olarak böyle. İkinci Dünya Savaşının demokrasiyle yönetilen dünya tarafından kazanılmasının bugüne yansıması ne yazık ki hiç de umut verici değil. Değil çünkü o demokratik dünya dediğimiz ülkelerin neredeyse büyük çoğunluğu otoriter yönetimlere teslim olmuş durumda. Sermayenin egemenliği hepsini kuşatmış durumda.

Hitlerin propaganda bakanlığı ile otoriterleşme yöntemlerinin ülkemizdeki versiyonu ‘İletişim Başkanlığı’. Ankara’nın göbeğinde devasa, görkemli bir yapı ve içinde sayısını, ne yaptıklarını bilmediğimiz devasa bir kadro. Bir de sayısı bilinmeyen trol ordusu var elbette.

Halkın iradesinin siyasi çıkarlar uğruna nasıl kullanıldığını uzun uzun anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum çünkü bütün yaşananlar Makyavelizm’in her yol mübah, krizi fırsata dönüştür, algıları yönet, muhalefete yüklen, ona kötü sıfatlar atfet, tarihi gerçekleri saptır, savaşı yönetimin bir parçası haline getir anlayışının adımları…

Yukarıda da belirttiğim gibi süre gelen karşı devrim sürecinden söz ediyorum. Devrimin önderi Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefatı sonrasında atılan geri adımlardan, süreçte imzalanan ikili anlaşmalardın, Köy Enstitülerinin kapatılmasından, İmam-Hatip okullarının siyasetin arka bahçesi olmasından, Tarikat ve cemaatlere verilen ödünlerden, Türkiye tarihinin en kanlı darbesi 12 Eylül 1980 sonrasında yaşananlardan söz ediyorum. Adımları son 23 yılda daha da hızlanan ve ülkeyi uçurumun kıyısına getiren planlı, amaçlı bir süreçten bahsediyorum.

Peki nereye gidiyor Türkiye?

Niyet çok açık PKK’nın metninde ve mecliste komisyon fikrinde…

Yeni dünya düzeninin milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibi ayrımcı politikalarının toplumları bölme planlarının eşiğinde… Yani Machiavelli’nin „amaç araçları haklı çıkarır“ sözünün uygulanan halinde… Toplumu cahilleştirmek, eğitimi kalitesizleştirmek, felsefe ve mantığı kenara itmek, akıl ve bilimden uzaklaşıp, ezberlerle beyinleri teslim almak… Özetle karanlığı yaymak…

Yaşananlar siyasi erkin kararları tekeline aldığı bir sistemdir ve bu sistemin iyileşme şansı yoktur. Bu sistemden aynı şeyleri yaparak çıkmanın yolu ise hiç yoktur. Özgürlük, eşitlik, barış dedikleri de emperyalizmin ülkemizi bölme parçalama planından başkası değildir.

Ulus devleti uçurumun kıyısına getirenlerin, eğitimin tarikat ve cemaatlere terk edenlerin, sermayeye peşkeş çekenlerin, sağlığı alınıp satılır hale getirenlerin, üretimi yok edenlerin, her şeyin buğdayın dahi dışardan alınmasını sağlayanların ülkeyi getirdikleri -müstemleke- bu tabloda ana sorun özgürlük, eşitlik, demokrasi ihtiyacı ve yeni Anayasa öyle mi?

İnanılır gibi değil. BOP’un hedeflerine ulaşması için anahtar teslim Türkiye…

İşte size çok partili sistem ve ülkemizin taşındığı yer. Emeklisi ekmek kuyruğunda. Çocukları okul adı altında camide, köylü, çiftçi tarlasını ekmeden teşviklerle kahvehane köşelerinde, televizyonlarda evlilik programları ve aile içi şiddeti ekrana taşıyan programlar…

Yönetim erkini elinde bulunduranlar lüks ve şatafat içinde.

Çürümüşlüğün fotoğrafını çizmek üzücü. Buradan çıkışın yolu ilkinde olduğu gibi yeniden Atatürk Cumhuriyeti’nde… Yeniden kurtuluş mücadelesinde ve kurtuluşun örgütlenme modelinde…