ODTÜ
18 Mart’ta ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun diploması iktidar tarafından iptal edildi. 19 Mart sabahı ise içerisinde İmamoğlu’nun da bulunduğu gazeteci ve siyasetçilere dönük tutuklamalar ile Türkiye gittikçe kaotikleşen bir siyasi tabloya uyandı. AKP’nin siyaset alanını kısıtlayıcı hamleleri bir süredir tartışılıyor ve aslında bu bağlamda İmamoğlu’na dönük bir siyasi yasak da bekleniyordu. Ancak süreç beklenenden daha hızlı ilerledi ve ülke son bir ayda büyük bir hareketliliğe tanık oldu. Yasağın getirilmesi halkta büyük bir güvensizlik ve soru işaretleri uyandırırken sürecin nasıl devam edeceğine yanıtı gençlik verdi. 19 Mart günü öğlen saatlerinde İstanbul Üniversitesi’nde başlayan protestolar hızla ülke geneline yayıldı. Hareketliliği daha da yükselten ise akşam saatlerinde ODTÜ’den binlerce öğrencinin kampüs dışına “hükümet istifa” sloganlarıyla taşması oldu. İlk andan itibaren eylemlerin merkezindeki tepkilerin İmamoğlu’na getirilen siyasi yasağın ötesine geçtiği, AKP’nin ülkeyi gençlik için kaçıp gidilmesi gereken bir hapishaneye dönüştürmüş olması ve bu duruma karşı gelişen güçlü bir arayışın sürece hakim olduğu rahatlıkla söylenebilir.
İlerleyen günlerde de eylemler güçlenerek devam etti. ODTÜ’nün çağrısıyla üniversitelerde başlayan bir haftalık akademik boykot Türkiye’de gündemin merkez unsurlarından birisi oldu. Ülke genelinde öğrenciler, bu süre zarfında hayatı kolektif bir biçimde mücadeleyle kurgulayarak geçirdiler. Tarihin yazıldığı, seçme seçilme hakkının gasp edilmeye çalışıldığı bir aralıkta gençlik, önemli bir süre sonra, siyaset sahnesine çıktı ve belirleyici bir pozisyona yerleşti. Süreç boyunca tüm ülke ODTÜ başta olmak üzere kampüslerden gelecek haberlere, umut dolu görüntülere odaklandı. Peki gençlik ve özel olarak ODTÜ, sürecin nasıl bu kadar merkezinde yer aldı? Kampüslerde mücadele hangi araçlarla örgütlendi? Eylemlerin siyasi niteliği açısından dikkat çeken unsurlar neydi?
Türkiye’de gençlik hareketi toplumun hafızasında oldukça önemli ve özel bir yere sahip. Ülke tarihindeki çoğu toplumsal olayda gençlik hep ön planda yer almış, yurtsever kimliğiyle damgasını vurmuştur. 1960’ların hararetli yükselişinden 12 Eylül darbesine kadarki süreçte adeta ülkenin devrimci hareketinin lokomotifliğini üstlenmiştir. Tam da bu yüzden dönemin gençlik liderleri toplumun büyük kesimlerinde derin izler bırakmış, hala saygıyla anılan figürler olmuşlardır. Bu derin izlerin ise temeli, ülkenin bağımsızlığı için verilen mücadelede, eşitlikçi bir düzenin arayışında yatmaktadır.
Bu miras onlarca yıldır korunmaya devam ediyor. Okulun canlı kültürel atmosferi sayesinde öğrenciler sıklıkla bir araya gelebiliyorlar. Bir araya geldikleri alanları ise siyasetten kopuk değil, tam aksine ona müdahale eder bir biçimde kurguluyorlar. Öğrenciler toplulukların ve sosyalist partilerin yer aldığı platformlarda birleşerek aktif bir kampüs siyaseti inşa ediyorlar. Böylelikle kampüs siyaseten canlı ve geleneği her yeni kuşağa aktarılan bir yaşam alanına dönüşüyor.
9 Mart akşamı kampüsün dışına taşarak başlayan eylemlerin de böylesine ses getirmesinin nedeni uzakta aranmamalı. Okulun toplumsal hafızadaki kapsamlı izleri, bu süreçte her hareketlenmede olduğu gibi hızla canlandı. İlk günden bu yana öğrenciler ülkeye dönük bir sorumluluk ve geleneklerine duydukları güven ile hareket ettiler. Eylemler ilk günkü güçlü tablonun ardından ivmelenerek devam etti. Sonraki gün yeniden kent meydanına doğru yürümek ve mücadelelerini halkla birleştirmek isteyen öğrencilerin kampüslerinin kapısına yöneldiklerinde karşılaştıkları ise saatlerce süren polis müdahalesi oldu. Polis kampüsü ablukaya aldı ve öğrencilere ülke geneline kıyasla çok daha yüksek dozajlı bir şiddet uyguladı. Diğer üniversitelerden ve meydanlardan insanlar da ilerleyen saatlerde öğrencilerin çıkmayı zorladığı kapıya gelmesiyle kampüs bir direniş merkezine dönüştü. Geçen saatlerin ardından eylem, ülke geneline dönük akademik boykot çağrısıyla son buldu. Bir gün sonra ise tüm üniversitelerden aynı ses yükseliyordu. Her Yer ODTÜ Her Yer Direniş!
Yurdun dört bir yanında gençlik hızla boykotlara başladı ve mücadele farklı bir boyuta taşınmış oldu. ODTÜ’de boykotu yönetmek adına bölümlerde kurulan boykot komiteleri hayatı kolektif bir biçimde mücadele ile üretmenin aracı oldu. Öğrenciler bir hafta boyunca sabahtan başlayarak bölümlerinde ve fakültelerinde etkinlikler, konserler, siyasi tartışmalar, akademisyenlerle açık dersler ve atölyeler düzenlediler. Geçmiş toplumsal hareketlerle sembolleşen bestelerin, sloganların amfilerde hep bir ağızdan söylendiği videolar tüm ülkeye umut üretti. Gün boyu esen şenlikli hava ve yaratılan enerji akşam saatlerinde eylemlere taşıyor gerek kent merkezinde gerek de kampüste kitlesel eylemler devam ediyordu.
Kitlesel eylemlere ara verilmiş olsa da gençlik siyasi enerjisini kaybetmedi. 301 kişinin tutuklanmış olması ve bayramı cezaevinde geçirmesi yine büyük yankı uyandırdı. 2 Nisan’da halkın önemli bir bölümü siyasi bir enerjiyle tüketim boykotu gerçekleştirdi. Tüketim ve üretim gücüne dair çokça tartışmayı da gündeme getiren boykot, bu tartışmaların ötesinde hayatı durdurma perspektifi açısından özellikle de gençlik nezdinde çokça benimsendi.
Türkiye, belirsizlikler ve siyasi krizlerle dolu bir yakın geleceğe doğru sürüklenirken bugünün ödevi açığa çıkan hareketlenmeyi örgütlü, sürekli ve düzen dışı bir doğrultuya yerleştirmek olarak görünüyor. Gençlik arzulanan geleceği kurmak adına etkili müdahaleleri ancak bu şekilde gerçek kılabilecektir.