Rıfat Okçabol
Kuyaksil’e (2012: 21) göre insan hakları, “Kişilerin insan olmakla doğuştan sahip oldukları siyasal iktidar karşısında cinsiyet, yaş, inanç ve düşünce farkı gözetilmeksizin eşit oldukları devredilemez haklardır.” 1948 yılında kabul edilen ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’, pek çok önemli maddeyi içeren tarihsel bir belgedir. Bu belge, tarihsel süreçte yaşanan vahşetlerden, katliamlardan, haksızlıklardan ve acılardan ders alınarak hazırlanmıştır. Bu belgede yer alan temel anlayışın arkasında da, yine tarihsel süreçte dile getirilmiş düşüncelerin ve açıklamaların izleri vardır. Ancak ülkelerin bu bildirgeye hak ettiği önemi verdiğini söylemek zordur.
Tarihsel Süreçte İnsan Hakları Çağrışımları
Kölelik, savaşlar nedeniyle Sümer toplumlarında (MÖ 4000-2000) ortaya çıkmış, tapınak rahiplerince kutsanmış ve krallar tarafından kanunlar konulmasıyla birlikte tacirler tarafından ticari bir meta haline getirilmiştir (Ergül ve Güvercin, 2021). Kölelik düzenin sürdüğü ilk ve orta çağda, bugünkü anlamıyla ‘insan hakları’ söz konusu olmamıştır. Yine de ‘insan’a önem veren düşünürler çıkmış ve kimilerine bazı haklar verilmiştir. Örneğin Mısır tanrılarından Oziris (MÖ 2513-2374), erdemli oluşunu, “Hiç kimseye kötülük etmedim. Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim. … Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım. Benim yüzümden kimse korku duymadı, yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı. … Kimseye gözyaşı döktürmedim. Kimseyi öldürmedim. Kimsenin kahpece öldürülmesini emretmedim. Kimseye yalan söylemedim” (Hançerlioğlu, 1976: 35) sözleriyle açıklamıştır.
Konfüçyüs (M.Ö. 551-478), Çin’de birliği sağlamış güçlü iktidarların adaletsizlikleri yok edip kişilere ve ailelere huzur getirebileceğini belirtmiştir. Pers İmparatoru Büyük Kiros (MÖ 590-429), fethettiği topraklardaki insanlara, ibadetlerini özgürce yapma gibi bazı haklar tanımıştır (Akpınarlı, 2018). Eski Yunan’daki site-kent devletlerinde, köleler dışında kentlerde yaşayan yurttaşlara belli haklar ve özgürlükler verilmiştir. Platon, Sokrates ve Aristoteles, devleti merkeze alırken Alkidamas, Protagorus ve Sofokles gibi Sofist filozoflar ise insanı merkeze almışlardır. Örneğin Aristoteles (MÖ 384-322), “Doğa gereği kendine değil, ama bir başkasına ait olan kişi, doğa gereği köledir” derken, Alkidamas (MÖ 420- 320?), “Tanrı herkese özgürlük vermiştir, kölelik kabul edilemez” demiştir (Ergül ve Güvercin, 2021: 1). Eski Yunan’da ve Roma İmparatorluğunda, günümüzün anlayışından farklı olsa da, özgür yurttaşlar için bir demokrasi anlayışı uygulanmıştır. MÖ 338 dolayında ortaya çıkan ve Kıbrıslı Zenon’un kurucusu olduğu Staocu anlayış, devleti her şeyin üstünde gören anlayışa karşı çıkıp bireyi ön plana çıkarmıştır.
Kölelik 19. yüzyıla kadar sürmüş bir vahşettir. Tarihte ilk ‘hak’ arama eylemleri de Roma İmparatorluğu zamanında başlayan köle isyanlarıyla ortaya çıkmıştır. Tarihteki ünlü köle isyanlarından biri ‘Spartacus İsyanı’dır. Eski gladyatörlerden Spartacus’ün MÖ 73-71 yılları arasında İtalya’da başlattığı isyan sonunda, Spartacus öldürülmüş ve adamlarından 6 bin kadarı yol kenarında çarmıha gerilmiştir (Wasson, 2014). Tarihteki ilk ve en büyük siyah insan isyanı da, 869-883 yıllarında Abbasi Halifesi’ne karşı sürdürülen ‘Büyük Zenci İsyanı’dır (Çelik, 2022).
Ortaçağda da, hukukun ve iktidarın kaynağı tanrı olduğundan, tanrının da köleliğe karşı çıkmaması nedeniyle, insan haklarından söz edilememektedir. Yine de eski Yunan ve Romalıların aksine, Müslümanlık öncesi Türklerde kadına saygı duyulmuştur. Balasagunlu Yusuf, XI. yüzyılda yazdığı ‘Kutatgu Bilig’ adlı kitabında, hükümdarlara aklın rehberlik etmesi gerektiği, insanların hepsine iyi ve adil davranılması gerektiği gibi uyarılarda bulunmuştur (akt. Kuyaksil, 2012: 36). İslam düşünürlerinden Türkistanlı Farabi (870-950), adalete, barışa, insanları gerçek mutluluğa ulaştırmayı amaçlayan toplumsal dayanışmaya önem vermiştir. Irak-Basralı El- Maverdi (974-1058) de, halifenin, adalete uygun hareket etmemesi halinde, görevinden uzaklaştırılması gerektiğini savunmuştur. Buharalı İbn-i Sina (980-1036) da, halifenin taşıdığı üstün gücün bireylerin doğrudan ya da dolaylı olarak göstereceği rıza ile meşru bir nitelik kazanabileceğini belirtmiştir (Tosun, ty, 33-34).
Hristiyan dünyasında da köleliği savunan İtalyan Aquinolu Thomas (1224-1274), ilahi yasaya ve akıl yolu ile bulunan doğal yasalara aykırı davranılıp bireylere kötü davranılırsa, bireylerin buna uymak zorunda olmadığını belirtmiştir. Bu arada İtalyan Marsilius Patavinus (1270-1340) ise halkın yasaların yapılmasına doğrudan katılmalarının gerekli olduğunu ve kimseye zorla iman aşılanamayacağını savunmuştur (Maral, 2020: 5-7). Sınırlı düzeyde de olsa, resmi olarak bazı hakların tanınması, İngiltere’de toprak sahiplerinin baskısı üzerine onlarla kral arasında, 1215’te imzalanan ‘Büyük Sözleşme’ (Magna Carta1) ile gerçekleşmiştir. Bu sözleşme ile kralın yetkilerinin bir kısmını toprak sahibi soylularla paylaşması ve devletin dini kurallarla değil yasalarla yönetilmesi kabul edilmiştir. Bireyin can ve mal güvenliği, kralın keyfi işlemlerine karşı korunmuştur.
Rönesans ile birlikte Avrupa’da düşünsel gelişmeler artarken, insan haklarıyla ilgili gelişmeler de olmuştur. Örneğin Aydınlanma sürecinde bütün insanların doğa tarafından akılla donatıldıkları ve bu nedenle eşit oldukları düşüncesi gelişmiştir. John Locke (1632-1704), insanın vazgeçilmez doğal haklara sahip olduğunu ve siyasi düzenin amacının hürriyeti güvence altına almak olduğunu savunmuştur (Kalabalık, 2016). Kuvvetler (yasama, yürütme ve yargılama) ayrılığı olmadığında devletin yaşama, özgürlük, mülkiyet haklarına müdahale edebileceğini, bu durumda da halkın yönetime isyan hakkı olduğunu belirtmiştir. Ortaçağın katı Hristiyan öğretisi, din adamı Martin Luter’in (1483-1546) öncülük ettiği reformlarla yumuşatılmıştır (Çüçen, 2018: 209).
İngiliz parlamentosu, 1628’de krala Haklar Dilekçesi (Petition of Rights) gönderip Magna Carta’nın getirdiği haklar hatırlatılmıştır. 1679’da çıkarılan Habeas Corpus Yasası (Habeas Corpus Act) ile gözaltına alınan kişinin bir yargıç önüne çıkarılma hakkı kabul edilmiştir. 1689’da parlamentonun monarşiden üstün olduğunu belgeleyen ve kişi hak ve özgürlükleri ile ilgili maddelere yer verilen Haklar Yasası (Bill of Rights) çıkarılmıştır (Kuyaksil, 2012: 29). Avrupa’da, 1648 yılında Otuz Yıl Savaşı’nı sonlandıran Westphalia Anlaşması ile devletler sistemi ortaya çıkmıştır. İnsan hakları devletin kendi iç hukuk sorunu olarak görülmüştür (Terzi, 2027). Fransız Montesquieu (1689-1755), bireyin özgürlüğü ve haklarının denetimi için kuvvetler ayrılığının önemine değinmiştir. Fransız Voltaire (1694-1778) de, dini kurumlarla güç sahibi insanların bireyleri yargılamadan cezalandırma hakkı olmadığını savunmuştur. Cenevreli Jean Jacques Rousseau (1712-1778), siyasal toplumun, eşit hak ve yükümlülükleri olan bireylerin iradelerine dayanan bir yapı olduğunu belirtmiş, ‘halkın egemenliği’ kavramını getirmiştir (Tosun, ty: 36).
Kuzey Amerika’da, insan haklarını çağrıştıran eylemler, İngiliz kolonilerinin bağımsızlık istekleriyle ortaya çıkmıştır. Kuzey Amerika’nın doğusundaki İngiliz kolonileri ayrılık sürecine girdiklerinde, kurdukları ortak bir birime Kongre adını vermişlerdir. Bu Kongre, Ekim 1774’de yayımladığı bir bildiride, kolonilerde yaşayanların yaşama, özgür olma ve mülkiyet haklarına sahip olduklarını açıklamıştır. Kongre, Mayıs 1776’da her koloninin kendi anayasasını hazırlamasını önermiştir (Tosun, ty: 16). 1774’de Amerika’ya göçen İngiliz Thomas Paine (1773-1809) 1776’da, cumhuriyet rejimini savunan ve yurttaşlar arasında eşit haklar çağrısı yapan ‘Sağduyu’ kitapçığını yayımlamıştır (Clapham, 2020: 20). Virginia, Haziran 1776’da açıkladığı anayasada tüm insanların eşit hür ve bağımsız olarak doğduğuna ilişkin maddelere yer vermiştir. 4 Temmuz 1776’da açıklanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi2’nde de şu önemli ifadeye yer verilmiştir: “Tüm insanların eşit yaratıldığını, Yaradanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve bu hakların Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğa erişme haklarının bulunduğu gerçeklerinin apaçık ortada olduğunu kabul ediyoruz.”
Fransa’da, krala karşı başlatılan mücadele sırasında 1762’de ‘Toplumsal Sözleşme’ yayımlanmış (Clapham, 2020: 20) ve 26 Ağustos 1789’da da, ‘Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ yayımlanmıştır. Bu bildirgede yer alan ifadelerin bir bölümü şöyledir3:
- İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar.
- Özgürlük başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmektir.
- Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılır.
Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922), işgal ettiği yörelerdeki halkların inançlarına saygılı davranmıştır. İngilizlerin Magna Carta’sına benzer bir durum ‘Senedi ittifak’ adıyla 29 Eylül 1808’de Osmanlıda imzalanmıştır. Bu ittifak ile taşrada sözü geçen ve ‘Ayan’ denen kişilere kimi idari haklar tanınmıştır. Dış güçlerin baskısıyla açıklanan 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu/Tanzimat Fermanı ve1856 tarihli Islahat Fermanı ile ağırlıklı olarak Müslüman olmayan Osmanlılara bazı haklar tanınmıştır. Osmanlı aydınlarının baskısıyla 1876’da ilan edilen anayasa (Teşkilatı Esasiye) ile padişah bazı yetkilerini açılacak meclisle paylaşmayı kabul etmiştir (Gürbüz, 2021).
XVIII. yüzyılın sonlarında başlayan sanayi devrimi, sermayenin belli ellerde toplanmasına yol açıp sosyal eşitsizliği daha da pekiştirmiştir. Bu gelişmeye karşı oluşan muhalif düşünce ve eylemler de artmıştır. Örneğin Fransız Saint Simon (1760-1825), toplumun temeli emek olduğundan toplumu emekçilerin yönetmesi gerektiğini savunmuştur. Fransız Charles Fourier (1772-1837), sanayinin insanları yoksullaştırdığına değinirken, Galli Robert Owen (1771-1858), zenginliği işçilerin yarattığını ve işçinin de zengin olma hakkı bulunduğuna değinmiştir. Alman sosyalistler Karl Marx (1813-1883) ile Friedrich Engels (1820-1895) de, toplumsal zenginliğin kaynağı olan emekçilerin haklarını dile getiren sosyalist düşünceler üretmişlerdir. Bu arada 1848 Fransız İhtilali, 1871 Paris komünü ve 1917 Sovyet Devrimi, ‘sosyal, ekonomik ve kültürel haklar’ın benimsenmesini sağlamıştır (Kalabalık, 2016: 17).
Savaşan devletlerin belirli kurallara uymasını sağlamak üzere 1863 yılında Cenevre’de kurulan bir komisyonun çalışmaları sonunda 1864’te ‘Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ oluşturulmuştur. Savaşlarda uyulması gereken kurallar konusunda, en önemlilerinden biri 12 Ağustos 1949 da olmak üzere pek çok Cenevre Sözleşmesi imzalanmıştır (Gürbüz, 2021: 65).
Bu Bildirgelere Karşı Gelişmeler
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Fransız İnsan Hakları Bildirgesi yayımlanmış olsa da, Amerika ve Fransa, bildirgelerindeki açıklamalara sadık kalmamışlardır. Örneğin insan hakları, on yıllarca yalnız beyaz erkekler için hak olarak görülmüştür: Köleler ve kadınlar bu haklardan yararlanamamışlardır. Avrupa’da bile kadına seçme ve seçilme hakkı bu belgelerin açıklanmasından 100 yıl kadar sonra verilmiştir. 1791’de ABD’ye katılan Vermont, 1777’de çıkarılan bir yasayla köleliği yasaklamıştır. ABD yıllarca köleleri insan yerine koymamış, 1857’de köle olan siyahların beyaz Amerikalılarla aynı hakka sahip olmadıklarına karar verilmiştir. Köleliğin kaldırılması önerisi 1 Ocak 1863’de parlamentoda kabul edilmiş olsa da ancak 31 Ocak 1865’de yasalaşmıştır. Köle olan siyahlara 1867’ye kadar eğitim hakkı pek verilmemiştir. Köle ticareti, 1792’de Danimarka’da, 1794’te Fransa’da ve 1807’de İngiltere’de yasaklanmışsa da yasakların fiilen uygulanması daha sonra gerçekleşmiştir (Yurdakul, 2020). Napoleon Bonapart’ın 1802’de Fransız sömürgelerinde yeniden başlattığı kölelik, 1848’de bir kez daha yasaklanmıştır.
13 küçük devletin birleşmesiyle kurulan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Teksas’ı işgal edince toprak bütünlüğünü korumak için savaş açan Meksika’yı yenip kuzey bölgesini işgal etmiş ve katliamlar yapmıştır. Kuzey Amerika’da yerli halkın yaşadıkları bölgelere, onları başka yöreler sürerek ve öldürerek yerleşmiştir. Haiti’yi de işgal ederek günümüzdeki sınırlarına ulaşmıştır. Fransa da, 1798’de Mısır’ı, 1830’da Cezayir olmak üzere pek çok Batı Afrika ülkesini ve 1859’da da Vietnam’ı işgal etmiştir.
Milletler Cemiyetinin Kurulması. 1899 ve 1907 yıllarında dünyanın güçlü devletlerinin katıldığı Lahey Barış Konferansları düzenlenmiştir. “İlk konferans Rus Çarı II. Nikolay’ın ‘tüm insanların yararına olacak, gerçek ve sürekli bir barışı güvence altına alacak, (…) silahlanma yarışına son verecek etkin araçların bulunması’ amacıyla yaptığı çağrı üzerine gerçekleşmiştir” (Birinci, 2017).
ABD Başkanı Woodrow Wilson, 8 Ocak 1918’de, Wilson Prensipleri olarak bilinen 14 ilkeyi açıklayıp tüm devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak güvence altına alacak uluslararası bir örgütlenmeden söz etmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında 18 Ocak 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı çalışmalarına başlamıştır. Bu konferansta, dünyada kalıcı barışı, adaleti, güvenliği sağlamak ve uluslararası sorunları işbirliği ile çözmek, uluslararası hukuk kurallarını hâkim kılmak amacıyla bir milletler cemiyeti kurulması ve bununla ilgili anlaşmanın hazırlanması kabul edilmiştir.10 Ocak 1920’de de, hazırlanan anlaşma maddeleri kabul edilerek Cemiyet-i Akvam, (Milletler Cemiyeti–League of Nations) kurulmuştur. I. Dünya Savaşı’nın galip devletleri bu cemiyetin kurucu üyesi olurken, Amerika ve Rusya üye olmamışlardır. Bu cemiyet, 1926’da Kölelik Sözleşmesini kabul etmiş, çocuk ve kadın ticaretinin önüne geçilmesinde, uyuşturucu ile mücadelede ve sağlık işlerinin düzenlenmesinde başarılı işler yapmıştır. Ancak Japonya’nın Mançurya’ya ve İtalya’nın da Habeşistan’a saldırması, İtalya, Japonya ile Almanya’nın cemiyetten ayrılması ve İkinci Dünya Savaşı’nın engellenememesi üzerine bu cemiyet işlevini yitirmiştir (Clapham, 2020; Polat, 2020). Bu arada, H.G Wells’in1940’ta yayımlanan ‘insan Hakları’ kitabı büyük yankı uyandırmış ve bu konudaki gelişmeleri etkilemiştir (Wells, 2021).
Birleşmiş Milletler’in Kurulması. II. Dünya Savaşı sırasında ve özellikle Nazilerin Yahudi soykırımı uygulamaları nedeniyle uluslararası barış ve güvenliği sağlama arayışları artmıştır. Bu bağlamda ABD, Çin, İngiltere ve Sovyetler Birliği delegeleri Ağustos-Ekim 1944’te ABD’de toplanıp Birlemiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin temel ilkelerini belirlemişlerdir. Bu ilkeler 50 ülkenin katılımıyla 1945 Nisan-Haziran aylarında tartışıldıktan sonra Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi adıyla 26 Haziran 1945’de imzalanmış ve Birleşmiş Milletler (BM) 24 Ekim 1945’de resmen kurulmuştur. BM’nin ana sözleşmesinin hazırlanmasının öncülerinden biri olan ABD, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos 1945’te de Nagazaki’ye atom bombası atarak 200 binden fazla insanın ölümüne neden olmuştur.
BM, Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Vesayet Konseyi, Genel Sekreterlik, Ekonomik ve Sosyal Konsey ve Uluslararası Adalet Divanı’ndan oluşmuştur. Genel Kurul, tüm üye devletlerin temsilcilerinden oluşmaktadır. Vesayet Konseyi, uluslararası barışın ve güvenliğin en iyi şekilde yönetilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Barış ve güvenliğin devamından sorumlu olan Güvenlik Konseyi’nin Çin, Amerika, Rusya, Fransa ve Birleşik Krallık’tan oluşan 5 daimi ve 10 geçici üyesi vardır. Geçici üye devletler iki yılda bir değişmektedir. BM Genel Sekreterliği, kurumun program ve politikalarını uygular, uluslararası barış ve güvenliği bozan olaylar hakkında raporlar hazırlayıp Güvenlik Konseyi’ne sunar. Ekonomik ve Sosyal Konsey, insan hakları konusunda doğrudan sorumlu olan birimdir ve barış ile güvenliğin devamlılığını sağlayacak başka organlar da oluşturabilmektedir ( Çalık, 2015). Uluslararası Adalet Divanı, BM’nin devletlerarası hukuksal sorunlarını çözecek yargı organıdır. BM, 1950’de de mültecilerin yasal olarak korunmasını ve sorunlarının çözümünü sağlayacak Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ni oluşturmuştur.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
BM’nin Sosyal ve Ekonomik Konseyi, 29 Nisan 1946 tarihinde, 18 devletin temsilcisinden oluşan İnsan Hakları Komisyonu4nu ve 21 Haziran 1946’da da kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere Kadının Statüsü Komisyonu’nu kurmuştur. İnsan Hakları Komisyonu, insan hakları konusunda bir metin hazırlamıştır. Amerikan Antropoloji Derneği1947 yılında, bu metnin Batı Avrupa ve Amerikan değerlerine göre hazırlandığına ve bir kültüre ait değerlerin tüm insanlara uygulanmasının sakıncalarına değinmiştir (Demir, 2006: 43-44). Komisyonun hazırladığı metin önerilen değişiklikler yapılmadan 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulunda ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ (İHEB) olarak kabul edilmiştir. Bu bildirgenin bazı maddeleri5 şöyledir:
- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar (m.1).
- Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir (m. 2.1).
Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır (m. 3).
Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır (m. 4). - Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar (m.18).
- Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar (m.19).
Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır (m. 26.1).
Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir (m. 26.2).
İnsan hakları kavramı daha çok Batı’da geliştiğinden, bildirgelerde de Batı’nın-kapitalist ülkelerin- anlayışı hakim olmuştur. Müslüman ülkeler, Uzak Doğu ülkeleri, bağımsızlığını kazanamamış ülkelerle Sovyetlerin beklentileri İHEB’ye pek yansımamıştır. Sovyetler;
- baskıcı yönetimlere direnme, sokak gösterilerine katılma, ulusal azınlıkların kolektif haklarının tanınması ve saygı görmesi, sömürge altında yaşayan halkların kendi kaderini tayini, işçilerin fikirlerini yaymak üzere kendi yayın organlarına sahip olması gibi hakların bildirgede yer alması,
- kapitalist ülkelerin ihlal ettiği sosyal ve ekonomik hakların bildirgeye eklenmesi,
- sözleşmede hakların faşizme yol açacak şekilde kullanılmasını engelleyecek maddelerin olmaması,
- insan haklarının devlet egemenliğiyle uyumlu olması gerektiği
önerilerinin göz ardı edilmesi (Demir, 2006) yanında inanç özgürlüğü anlayışının Ekim Devrimi ile kilise-okul ilişkisine ve dini öğretime son veren Sovyet politikasıyla uyuşmaması
gibi nedenlerle oylamada çekimser kalmıştır. Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya ve Yugoslavya da kendilerini Nazi işgalinden kurtaran Sovyetler doğrultusunda çekimser oy kullanmışlardır. Bu arada ırkçılığa karşı maddeleri nedeniyle Güney Afrika Birliği ve laiklik anlayışını yansıtan maddeleri nedeniyle de Suudi Arabistan oylamada çekimser kalmışlardır.
İHEB’ne İşlerlik Kazandırma Çabaları
BM’de, İHEB’den sonra insan haklarıyla ilgili olarak pek çok sözleşme6 imzalanmıştır. BM, sözleşmelerin imzacı devletlerce uygulanıp uygulanmadığını denetlemek üzere, bağımsız uzmanlardan oluşan pek çok komite7 de oluşturmuştur. Bu sözleşmeler ve komiteler genelde imzalandıktan/kurulduktan birkaç yıl sonra işlerlik kazanmıştır. BM, İHEB’nin işlerlik kazanması için Aralık 1993’te ‘Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ni kurmuştur. BM İnsan Hakları Komisyonu, 2006’da BM İnsan Hakları Konseyi’ne dönüştürülmüştür. ABD bu konseye 2009’da üye olmuştur. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Nikki Haley, “ikiyüzlü ve kendisine hizmet eden bir kuruluş” ve İsrail’e karşı kronik önyargılı olmakla suçladığı BM İnsan Hakları Konseyi’nden çekildiklerini açıklamıştır (BBC News Türkçe, 19 Haziran 2018). İnsan hakları anlayışının benimsenip yaygınlaşması için, uluslararası sözleşmelerin konusuna ve imzalandığı güne atfen, insan haklarıyla ilgili özel günler/haftalar8 da oluşturulmuştur.
Avrupa’da da, insan haklarının korunması ve hukuk devleti ilkelerinin uygulanması amacıyla, 5 Mayıs 1949’da Avrupa Konseyi (AK) oluşturulmuştur. AK de, 4 Kasım 1950’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi pek çok9 sözleşme hazırlamıştır. İmzacı devletlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki yükümlülükleri yerine getirmesini sağlama görevi, 1954’te kurulan İnsan Hakları Avrupa Komisyonu ve 1959’da kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyi’ne verilmiştir. Bu arada Amerikan Devletleri Örgütü’nün İnsan Hakları Amerikan Sözleşmesi (22 Kasım 1969) ile Afrika Birliği’nin İnsan ve Halkların Haklarına Dair Afrika Şartı (27 Haziran 1981) gibi bölgesel insan hakları sözleşmeleri de imzalanmıştır.
İslam ülkeleri de özellikle 1990’lı yıllarda insan hakları konusuyla ilişkili toplantılar yapmışlardır. Bu toplantılarda 27 Ocak 2000 tarihinde Roma’da yapılan İslâm’da İnsan Hakları konulu toplantıda da olduğu gibi insan haklarının dini niteliği vurgulanmıştır (Maşalı, 2004).
Bildirgeye Karşın İnsan Hakları İhlalleri
İHEB’nin imzalanmasından bu yana tam anlamıyla uygulanabildiğini söylemek zordur. İHEB’nin imzalanmasından hemen sonra Çin, 1950’de Tibet’i işgal etmiştir. 1953’te Macaristan başkanı olan İmre Nagy, Kasım 1956’da ‘Varşova Paktı10’ndan çıktıklarını açıklayınca geçici bir süre için Sovyetler tarafından işgal edilmiştir. Varşova Paktı üyelerinden Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Polonya, Bulgaristan ve Macaristan’dan oluşan kuvvetler, Alexander Dubcek’in Çekoslovakya’da Ağustos 1968’de başlattığı ‘Prag Baharı’ adı verilen siyasi liberalleşme reformlarını durdurmak için Çekoslovakya’yı geçici süre işgal etmiştir. 1979-1989 yılları arasında da Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmiştir.
ABD de, insan haklarına aldırmadığı gibi ülkelerin bağımsızlığına da aldırmamakta, istediği yere istediği anda müdahale etmektedir. Örneğin Amerika’nın Merkezi İstihbarat Örgütü (Central Intelligence Agency-CIA), Suriye’nin seçilmiş hükûmetini deviren 1949 askeri darbesini desteklemiştir. İran’da seçilerek Başbakan olan Musaddık, petrol şirketlerini kamulaştırınca, CIA tarafından devrilmiştir. Amerikan birlikleri, ‚istikrarı‘ korumak amacıyla 1958’de Lübnan’a askerî müdahalede bulunmuş ve 1965’te Vietnam’ı işgal etmiştir. ABD, 1954’te Guatemala’da, 1961’de Zaire’de, 1965’te Endonezya’da11, 1974’te Şili’de, 1979’da Pakistan’da, 1980’de Türkiye’de, 2000’de Peru’da, 2002’de Venezüella’da demokratik yollarla iktidara gelmiş hükümetleri devirmiştir. Örneğin CIA’nin Ortadoğu görevlisi Paul Henze, Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül 1980 darbesi için “Bizim oğlanlar başardı12” demiştir. 1980’lerde Afganistan’daki Sovyet yanlısı rejimi devirmek için Pakistan da, Taliban olarak bilinen gericiler eğitmiştir. Uame bin Laden ile bir Taliban olan Gulbuddin Hekmatyar’ı, 11 Eylül 2001 ikiz kuleler saldırısı öncesinde özgürlük savaşçıları olarak görmüştür (Yıldırım, 2004). 1980-1988 yılları arasında İran-Irak savaşında destek verdiği Irak’a 1991’de saldırmış ve on yıl süren insanlık dışı ambargo başlatıp çocuk ilaçlarının bile ithalini engellemiştir.
ABD, 1999’da ‘Yeni bir Yüzyıl için Milli Güvenlik Stratejisi’ hazırlamıştır. Bu belgede, ABD’nin güvenliğinin genişletilmesi, ABD’nin ekonomik refahının desteklenmesi ve üçüncü ülkelerde demokrasinin ve insan haklarının teşvik edilmesi gibi üç amaca yer verilmiştir (Bilgiç, 2014: 177-178). Yine de ABD, 2001 tarihli İkiz Kuleler olayından sonra da Afganistan’ı işgal etmiştir. “Nükleer silah üretiliyor” yalanını yayarak ve demokrasi getireceklerini söyleyerek 2003’te Irak’ı işgal etmiştir. Hatta Avrupa Birliği (AB) üyesi 12 ülke bu işgalde ABD’yi desteklemiştir. 1981’den itibaren birçok kez Libya’ya saldırı düzenleyen ABD, 2011’de NATO13’yu kullanıp Libya’ya saldırmış ve Kaddafi’nin linç edilmesini sağlamıştır. Suriye’de de laik Esat’ a karşı şeriatçı güçleri desteklemektedir. Hiçbir NATO üyesi buna karşı çıkmamıştır.
Devletler insan haklarına pek uymadığı gibi, her ülkede insan haklarına aldırmayanlar da çoktur. Pek çok ülkede, insan haklarına önem vermeyen partiler iktidara gelmektedir. 15 Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, kendilerini bir ölçüde de olsa ırkçı görenler, Çingenelere, Yahudilere ve Türklerle diğer Müslümanlara husumet besleyenler yüzde elliyi bulmaktadır (Yumul, 1998). “İnsan hakları konusunda Avrupa’nın en büyük sorunu nedir?” sorusuna, AB Temel Haklar Kurumu Başkanı Morten Kjaerum, “Irkçılıkla, yabancı düşmanlığıyla, İslam korkusu ve Yahudi karşıtlığıyla karşılaşıyoruz. Bizim hükümetlerin ve toplumun sığınma talebiyle gelen göçmenlere karşı tutumu ciddi insan hakları sorunu yaratmaktadır” demektedir (akt. Sommer, 2009: 1).
Evrensel insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir ülke de İsrail’dir. Nazilerin Yahudi Katliamı üzerine, kapitalist dünya Filistin’de bir İsrail devletinin kurulmasına yardım etmiştir. BM’nin hazırladığı bir plan çerçevesinde Filistin’de yaşayan Yahudilerin 1948’de İsrail Devleti’ni kurması sağlanmıştır. O günden bu yana İsrail ile diğer Arap ülkeleri arasında yaşanan her olayda, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri İsrail’e destek çıkmıştır. Irak’ın 1980’lerde İran’ı işgalinde ve İsrail’in Arap ülkelerine yönelik saldırı ve işgallerinde BM’nin yaptırım kararları, ABD tarafından veto edildiğinden uygulanamamıştır. İsrail, 1967’den beri işgal ettiği Filistin’de Müslümanlara saldırmaktadır. Zaman zaman Müslümanların Kudüs’teki kutsal mekanı ‘Mescid-i Aksa’ya bile askeri harekat düzenlemektedir.
İnsan hakları konusundaki önemli konulardan biri de ırk ve inanç ayrımcılığıdır. Bu konuda en sorunlu ülkelerden biri kendi ülkesine uyguladığı ırkçı politikalar nedeniyle ABD’dir (Akdeniz, 2020). Siyahlara yönelik olan ırkçılık 1960’lara kadar devam etmiştir. ABD’ye göç etmiş olan Japonlar, II. Dünya Savaşı sırasında kamplarda toplanarak yaşamdan tecrit edilmiştir. 1940 sonlarında, senatör McCarthy tarafından komünistlerle demokratlara yönelik olarak ‘cadı avı’ başlatılmıştır. 11 Eylül 2001’de New York’taki ‘İkiz Kuleler’e yapılan saldırı sonrasında da, Müslüman göçmenler hedef tahtasına konmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin sola kaymasını engellemek için dinci fanatik grupları destekleyen de ABD’dir. ABD, Mısır’da bağımsızlık yanlısı Abdülnasır’a karşı gerici Müslüman kardeşleri, Cezayir’de sosyalist rejime karşı gerici İslami Selamet Cephesi’ni (FIS), bağımsızlık mücadelesi veren laik Yaser Arafat’a karşı da gerici Hareket-ül Mukavemet-ül İslamiye’yi (HAMAS) desteklemiştir.
1980’lerde başlatılan ekonomik ve kültürel küreselleşme, insan hakları konusunda da olumsuz gelişmelere yol açmıştır. Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin sömürülmesi artmış, gelişmiş ülkelerde bile yoksulla varsıl arasındaki uçurum büyümüştür. Bu süreçte Batı kültürü tüm dünyada yaygınlaşırken, azınlık haklarını koruma bahanesiyle Batı ülkelerinin kışkırtması ve desteğiyle pek çok ülkede iç karışıklıklar artmıştır. Örneğin Türkiye’de 1980’lerde başlayan ayrılıkçı başlatılan girişimler sonunda, özellikle gelişmiş terör hâlâ eylemlerini sürdürmekte ve ABD bunlarla Kuzey Irak ile Kuzey Suriye’de işbirliği yapmaktadır. Yugoslavya, kanlı savaşlar sonunda 7 ülkeye bölünmüş olmasına karşın huzursuzluklar son bulmamıştır. Bir olumsuz etki de, devletin parasız olarak gerçekleştirdiği kamusal hizmetlerin özelleştirilmesiyle yaşanmıştır. Hizmetlerin özel kuruluşlarca gerçekleştirilmesi topluma daha pahalıya mal olurken, eğitimdeki eşitsizlikleri çoğaltıp okulların denetimi yüksek gelir gruplarının eline geçmesine yol açmıştır (Chapman, Boyd, Lander, ve Reynolds, 1996).
Eğitimde özelleştirme fırsat eşitsizliğini artırırken Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de dini okulların ortaya çıkmasına yol açmıştır (Daun 1996: 50). Yükseköğretimde de özelleşme hızlanmıştır. 1980’lerde hiç özel yüksekokulu olmayan ülkelerde, yirmi yılda özel yüksekokul oranı hızla artmış, örneğin Brezilya’da sırasıyla yüzde 80’e ve Endonezya’da da yüzde 60’lara yükselmiştir (Newman, Couturier, ve Scurry, 2004). Kapitalist ülkeler eğitimde fırsat eşitliği için pek adım atmazken Varşova Paktı üyeleri ve de özellikle Sovyetler Birliği eğitimde fırsat eşitliğine önem vermişlerdir. Bu ülkelerde hiç özel okul yokken, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve 25 Aralık 1991’de de Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra özel okullar tüm bu ülkelerde de artmıştır. ABD’de de ‘kâr amaçlı’ yükseköğretim kurumları yaygınlaşmıştır (act. Crowther ve Martin, 2005: 446). ABD’de, ilk çeyrek gelir diliminden gelen öğrencinin 24 yaşına kadar okuldan mezun olma olasılığı en alt çeyrek gelir grubundan gelen öğrenciye göre 1979’da 4 kat fazla iken bu olasılık 1995’te 10 kata çıkmıştır (Mortenson, 1995: 1). Küreselleşmenin bir başka sonucu, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru olan beyin göçüdür (Kaya, 2003).
Sonuç
1917’de Meksika ve arkasından da pek çok Avrupa devleti, anayasalarında sosyal haklara yer vermişlerdir. Ancak anayasalarında insan haklarıyla ilgili maddeler olan ve uluslararası ilgili sözleşmeleri imzalamış ülkelerde bile, bu tür haklara yeterince önem verildiğini söylemek zordur. BM’nin insan halkları ile ilgili olarak gerçekleştirdiği sözleşme ve protokoller de etkin bir biçimde uygulanamamıştır (Fırat, 2010: 65). Örneğin 1994’te Ruanda’da 800 bin kadar Tutsi ve Hutu katliamı yaşanmışsa da, BM harekete geçmemiştir (Kavukçuoğlu, 2011: 15). Sudan-Darfur dolaylarında birkaç yüz bin kişi öldürüldüğünde de, BM olaya karışmamıştır. 1990’larda Bosna ve Kosova’da yaşanan soykırım niteliğindeki vahşet engellenememiştir. Bosna’da 1995’te yaşanan Srebrenitsa Katliamına da, iş işten geçtikten sonra müdahale etmiştir.
ABD ve AB’nin Ortadoğu’da uyguladıkları politikalar nedeniyle hemen her gün İtalya ya da Yunanistan’a deniz yoluyla kaçmak isteyen göçmenler, bu ülkelerin katı tutumuna kurban gitmekte ve boğulmaktadır. Göçmenlerin ülkelerine gelmesini istemeyen AB, Türkiye’yi 10 milyondan fazla göçmenle baş başa bırakabilmektedir. Üstelik AB, her gün Türkiye’ye vize güçlüğü çıkartmaktadır. Irkçılıkla ilgilenen önemli bir birim, AK bünyesinde 1997’de oluşturulan, ‘Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’dur (ECRI). Bu birim birkaç yılda bir ülkeler hakkında ırkçılık raporu yayımlamaktadır. Bu raporlara göre pek çok ülkede ırkçılık sorunu yaşanmaktadır. Bu ülkelerden biri, “Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Sözleşmesi”, “Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı” ve “Milli Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” gibi uluslararası sözleşmeleri imzalamamış olan Türkiye’dir (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi–TASAM, 2004). AİHM’nin Halkla İlişkiler Birimi tarafından hazırlanan 31 Aralık 2021 tarihli belgeye göre14, AİHM’de karar verilmesini bekleyen dosyaların-insan hakları ihlalleriyle ilgili başvuruların- ülkelere göre dağılım yüzdesi şöyledir: Rusya (%24,2), Türkiye (%21,7), Ukrayna (%16,2), Romanya (%8,1) ve İtalya (% 5,2).
Geçmiş yüzyıllarda yaşanan köle ticaretinin yerini, günümüzde modern kölelik almıştır. Modern köleler, zorla evlendirilenler, zorla çalıştırılanlar ve çocuk işçilerden oluşmaktadır. Özgür Yürü Vakfı’nın (Walk Free Foundation) 2023 raporuna göre, modern köleliğin en fazla olduğu ülkeler sırasıyla şöyledir: Hindistan (11 milyon), Çin (5,8 milyon), Rusya (1,9 milyon), Endonezya (1,8 milyon), Türkiye (1,3 milyon) ve ABD (1,1 milyon). Henüz modern kölelik literatürüne girmemiş olsa da, iradesini şeyhine/liderine bırakan tarikat üyeliği de modern köle niteliğindedir.
ABD’nin Mart 2003’te Irak’a askeri müdahalesi ile Rusya’nın Şubat 2022’deki Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesi, birbirinin benzeri insan hakları ihlalleridir. AK, ABD ile birlikte hareket eden 12 AB ülkesine herhangi bir yaptırımda bulunmamıştır. Ancak AK, 16 Mart 2022’de, insan haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle, Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına karar vermiştir (Bayraktar, 2022).
BM’nin yeterince işlevsel olamaması genelde sözleşme ve protokollerin imzaya açıldıktan uzun bir süre sonra yürürlüğe girmesi, BM’nin bazen olayların gerisinde kalması ya da yanlı davranması ve BM Güvenlik Konseyi üyelerinin kararları veto etmesiyle ilişkilidir. İnsan haklarının dünya çapında yeterince benimsenmemesinin bir nedeni şeriat anlayışı olsa da, daha önemli neden ülkelerin insan ve doğal kaynaklarını sömürmeye odaklanmış olan kapitalist anlayıştır. Şeriat anlayışında çocuk hakları ya da toplumsal cinsiyet eşitliği yoktur. Eşcinsel bir kişi, Batıda devletin başına geçebilirken şeriat ülkesinde linç bile edilebilir.
Kapitalist anlayış ise şeriattan bile daha tehlikelidir. Milyonlarca insan yeterli içecek, yiyecek ve barınacak yer bulamamakta, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun kalmaktadır. Ülkelerin insan hakları ihlalleri ile ilişkili raporlar hazırlayan ABD, istediği ülkeye istediği zaman müdahale edebilmekte ve bu tür eylemlerine diğer gelişmiş ülkelerden de destek bulabilmektedir. ABD ve AB, iyi ilişkiler içinde oldukları örneğin Suudi Arabistan’ın şeriatına aldırmamaktadır. Ancak kendisine kafa tutan laik rejimlerin olduğu Irak ve Suriye gibi ülkeler ‘demokrasi getirmek’ bahanesiyle saldırmakta, milyonlarca insanın ölümüne ve göç etmesine yol açmaktadır. Kapitalist anlayış nedeniyle;
- İnsanlar aç kalırken, yaralanırken ve de ölürken, silah tüccarları palazlanmaktadır.
- Hemen her ülkede yolsuzluklar yaşanmakta ve uyuşturucu kullanılmaktadır.
- Yukarıda özetlendiği gibi pek çok ülke, genelde ABD’nin katkısıyla şeriat düzenine geçmiştir. 1990’larda ‘ılımlı İslamlığın’ uygun görüldüğü Türkiye’yi bir şeriat düzenine dönüştürme yolunda ilerleyen AKP iktidarına, AİHM kararlarına uymadığından yakındıkları halde ABD ve AB genel seçimlerde bile destek vermektedir.
- Hemen hiçbir ülkede, demokrasi ve insan hakları konusu eğitim-öğretim süreçlerinde yeterince işlenmemektedir.
- Eğitim süreçleri, gerçeklerin ayrımında olacak, vicdan sahibi özgür birey yetiştirmek üzere tasarlanmamıştır.
İngiliz Savuna Bakanı Alan Clarke’nin 1998’de “Diplomasi çatışan ulusal çıkarları ya uzlaşma ya da tehdit yoluyla bağdaştırma işidir. İnsan Hakları Bildirgesi’ne uyma çabası da öncelikler listesinde oldukça alt sıralarda yer alır” (akt. Clapham, 2021: 85) demiştir. Bu açıklama, kapitalist anlayış sürdükçe insan hakları sorununun devam edeceğinin kanıtı gibidir.
Kaynakça
Akdeniz, E. (2020). Amerika’da Irkçılığın Sınıfsal Kökleri, Evrensel Gazetesi, 8 Haziran.
Akpınarlı, N. (2018). Kiros Silindirinin İnsan Hakları Hukuk Tarihi ile Sınavı ya da İnsan Hakları Hukuk Tarihinin Kiros Silindiri ile Sınavı, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 36, s.1-29.
Bayraktar, F. (2022). Rusya’nın Avrupa Konseyi Üyeliğinden Çıkarılması ya da ‘Militan İnsan Hakları’ Üzerine Bir Değerlendirme, Adalet Dergisi, 149, IV, 68, s.133-151.
Bevin, V. (2020. The Jakarta Method: Washington’s Anticommunist Crusade AND The Mass Murder Program That Shaped Our World. Washşngton D. C.: Public Affairs publication.
Bilgiç, T. (2004). İnsan Haklarının ABD Örneğinde Dış Politikada Kullanılması. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayını.
Birinci, G. (2017). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kısa Tarihi I: Milletler Cemiyeti’nden Birleşmiş Milletler’e. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/394390, erişim 18 Haziran 2023.
Clapham, A. (2020). The Universal Declaration of Human Rights. (çev. H. Gür). Ankara: DOST Kültür Kitaplığı 93.
Chapman, J. D.; Boyd, W. L.; Lander, R.; ve Reynolds, D. (eds.) (1996). The Reconstruction of Education. Wiltshire, Great Britain: Redwood Books Limited.
Crowther, J ve Martin, I. (2005). Is There any Space Left for ‘Really Useful Knowledge’ in the Knowledge Society? A. Bron, E. Kurantowicz, H. S. Olesen, and L. West (edts.) ‘Old’ and ‘New’ Worlds of Adult Learning (443-457).Wroclaw, Poland: Wydawnictwo Naukowe.
Çalık, T. (2015). Birleşmiş Milletler Organlarının İnsan Hakları ile İlişkisi, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Özel Sayı 2, s.1091-1134.
Çelik, M. M. (2022). Tarihteki ilk ve en büyük siyahi köle isyanı bir İslam devletine karşıydı, Independent Türkçe, erişim 24 Aralık 2022.
Çüçen, A. K. (2018). İnsan Hakları. Ankara: Tarcan Matbaacılık.
Daun, H. (1996). National Forces, Globalization and Educational Restructuring. Stockholm: Stockholm Üniversitesi.
Demir, E. (2006). İnsan Hakları Bağlamında Evrensellik ve Kültürel Rölativizm Çatışması. İstanbul: İstanbul Üniversitesi yayımlanmamış yüksek lisans tezi.
Ergül, E. ve Güvercin, S. (2021).Tarihte başarılı olmuş ve ilk ve tek köle isyanı (2), https://artigercek.com/forum/tarihte-basarili-olmus-ve-ilk-ve-tek-kole-isyani-2-164056h, 12 Mayıs, erişim 30 Haziran 2023.
Fırat, O. (2010). Karşılaştırmalı bir Çalışma: Birleşmiş Milletlerin 11 Eylül 2011 Öncesi ve Sonrası Terör Politikaları. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış yüksek lisans tezi.
Gürbüz, R. (2021). İnsan Hakları ve Demokratikleşme. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Hançerlioğlu, O. (1976). Başlangıçtan Bugüne Kadar Erdem Açısından Düşünce Tarihi. İstanbul: Varlık Yayınları.
Kalabalık, H. (2016). İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi yayını.
Kaya, M. (2003). ‘Beyin Göçü/Erozyonu’, Üniversite ve Toplum, 3, 3, Eylül, s. 33-36.
Kavukçuoğlu,D. (2011). Özgürlükçü Koalisyon İşbaşında, Cumhuriyet Gazetesi, Mart 21, 15.
Kuyaksil, A. (2012). İnsan Hakları Kavramı, Tarihçe, Korunması ve Geliştirilmesi. Gaziantep: Ada Kitabevi.
Maral, M. (2020). İnsan Haklarının Tarihsel ve Düşünsel Gelişimi, https://www.adaletmedya.net/insan-haklarinin-tarihsel-ve-dusunsel-gelisimi/, 16 Mayıs, erişim 30 Haziran 2023.
Maşalı, M. (2004). İnsan Hakları Belgelerine Yönelik Çağdaş Yaklaşımlar, Bilimname, V, 2, 105-105.
Mortenson, T. (1995). The Educational Attainment by Family Income 1970-1994, Postsecondary Opportunity, Nov., 14, 1.
Newman, F.; Couturier, L.; ve Scurry, J. (2004). The Future of Higher Education: Rhetoric, Reality, and the Risks of the Market. San Francisco: Jossey-Bass.
Polat, D. Ş. (2020). Kuruluşundan Çöküşüne Milletler Cemiyeti Sistemi, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Ekim, 19, 76,1950-1967, www.esosder.org.
Sommer, M. (2009). Human Rights are a Result of a Collective Learning Process, Information on Adult Education in Europe, 1, February: 1.
TASAM (2004). Uluslararası İnsan Hakları Rejimlerinde Irkçılıkla Mücadele, https://tasam.org/tr-TR/Icerik/1400/uluslararasi_insan_haklari_rejimlerinde_irkcilikla_mucadele, erişim 25 Haziran 2023.
Terzi, M. (2027). İnsan Haklarının Bölgesel Düzeyde Korunması Üzerine bir İnceleme, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, Aralık, 27, 2, s. 53-92.
Tosun, E. (ty). İnsan Hakları, https://www.academia.edu/41472966/%C4%B0nsan_Haklar%C4%B1, erişim 29 Haziran 2023.
Yıldırım, M.(2004). Şifre Çözücü: “Project Democracy”-Sivil Örümceğin Ağında. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Yumul, A. (1998). Evrenselcilik ile Yerelcilik Arasında Irkçılığın Dili, Foreign Policy. Bahar, 1(1), s. 139-147.
Yurdakul, A. (2020). Tarihteki Köle İsyanları: “Atalarım Köleydi ama Uysal Değildi”, ensonhaber, 9 Haziran.
Walk Free Foundation (2023). The Global Slavery İndex 2023. https://reliefweb.int/report/world/global-slavery-index-2023, erişim 1 Temmuz 2023.
Wasson, D. L. (2014). Spartaküs, https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-882/spartakus/, 14 Ağustos, erişim 30 Haziran 2023.
Wells, H. G. (2021). İnsan Hakları (çev. C. Üster ve A. Ortaç). İstanbul: Can Sanat Yayınları.
1 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/96147, erişim 15 Haziran 2023.
2 http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/amerikan-bagimsizlik-bildirgesi-110, erişim 15 Haziran 2023.
3 https://www.birgun.net/makale/insan-ve-yurttas-haklari-bildirisi-266206, erişim 15 Haziran 2023.
4 ABD, Avustralya, Belçika, Belarus, Çin, Filipinler, Fransa, Hindistan, İngiltere, İran, Lübnan, Mısır, Panama, Sovyetler Birliği, Şili, Ukrayna, Uruguay, Yugoslavya.
5 https://www.ihd.org.tr/insan-haklari-evrensel-beyannames/, erişim 25 Haziran 2023.
6 Her Türlü Irk Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Uluslararası Sözleşme (1965); Mültecilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme ve buna ilişkin Protokol (1951 ve 1967); Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (1966); Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi (1966); Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme (1979); İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya karşı Sözleşme (1984); Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (1989); Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Sözleşmesi (1990); Engelli Şahısların Hakları Sözleşmesi (2008); Zorla Kaybolmalara Karşı Herkesin Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (2010).
7 İnsan Hakları Komitesi (1976), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi (1966), Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi (1979), Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi (1965), İşkenceye Karşı Komite (1984), Çocuk Hakları Komitesi (1989), Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Korunması Komitesi (1990), Engelli Kişilerin Hakları Komitesi (2006), Zorla Kaybettirilmeye Dair Komite (2006) (http://cenevreofisi.dt.mfa.gov.tr/Mission/ShowInfoNote/353800).
8 Örneğin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 10-16 Mayıs Engelliler Haftası, 1 Eylül Dünya Barış Günü, 20 Kasım Çocuk Hakları Günü, 5 Aralık Kadın Hakları Günü ve 10 Aralık İnsan Hakları Günü, … (Çüçen, 2018: 176).
9 Avrupa Sosyal Şartı (1961). İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ya da Cezanın Önlenmesi Hakkında Avrupa Sözleşmesi (1987). Bölgesel ve Azınlık Dilleri Hakkında Avrupa Şartı (1992). Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesi (1995). İnsan Haklarının Korunması ve Biyotıp Sözleşmesi (1997). İnsan Varlığının Klonlanmasının Yasaklanmasına İlişkin Ek Protokol (1998). İnsan Kaçakçılığının Önlenmesine İlişkin Sözleşme (2005).
10 14 Mayıs 1955’te, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya, Romanya ve Sovyetlerin imzaladığı “Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması” ile kurulan askeri ve siyasal birliktir.
11 ABD’li gazeteci Vincent Bevin, ABD’nin Endonezya’daki vahşetini anlatan bir kitap yazmıştır (Bevin, 2020). Bu kitaba göre, 1945’te ülkenin bağımsızlığını sağlayan Başkan Sukarno, sol eğilimli bir anti-emperyalisttir. Sukarno’nun Sovyetlerle Çin’e yaklaşması üzerine ABD, önce muhafazakar olan Müslüman partiye para pompalamaya başlamış, 1958’de de CIA pilotları Endonezya’yı bombalayıp, sivilleri öldürerek ülkeyi bölme girişiminde bulunmuştur. Silahsız olan Endonezya Komünist Partisi 1960’larda oylarını sürekli artırınca, bir ayaklanmayı bahane eden ABD destekli aşırı sağcı general Suharto, 1967’de ülkenin tüm kontrolünü ele geçirmiştir. Korkunç bir antikomünist propaganda kampanyası başlatarak, yaklaşık 1 milyon solcuyu ya da solcu olmakla suçlanan insanı toplayıp öldürmüş ve bir milyon kişiyi de toplama kamplarına göndermiştir.
12 http://anadolumayasi.blogspot.com.tr/2015/10/bizim-oglanlar-basard.html, erişim 22 Haziran 2023.
13 Batı ülkelerinin savunma amacıyla 4 Nisan 1949’da askeri bir oluşum olarak kurdukları Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization).
14 https://www.echr.coe.int/Documents/Facts_Figures_2021_ENG.pdf, erişim 16 Haziran 2023.